23 Ocak 2010 Cumartesi

ÇOK SESLİDİR YAŞAM



(Kulak Misafiri, Serap Gökalp, Pupa Yayınları, 2009,174 s, 10.50TL )

İlk öyküsü 1983’te Edebiyat 81 dergisinde yayımlanan Serap Gökalp’in, ikinci kitabı Kulak Misafiri’nde, giderek öyküyü yaşama biçimine dönüştürdüğüne ve ustalığa ilerlediğine dair birçok işaretle karşılaşıyoruz.
Kitapta, kendi içinde çoğalan ve birbirine ilmeklenerek birbirini çoğaltan öyküler ve yaşamlar yer alıyor. Bazen bir öykü kişisi, olay ya da durumla, bazen bir ayrıntıyla birbirine ilintilenen öykülerle ilerleyip çoğalıyor kitabın içerdiği anlamlar. Yaşamın çok boyutluluğunu gösteren bu öyküler toplamı, bir senfoni gibi iç ve dış gerçekliğin içinde yankılanıyor. Okur olarak bu senfoniye “kulak misafiri” oluyoruz.
Yazar konularını insan gerçeğine odaklanarak işliyor; insanın yaşam mücadelesine, toplumla ve çevresindekilerle yaşadığı çelişkilere, kendi iç dünyasındaki çatışmalara; yaşamın dramatik kırılma noktalarına dikkatleri çekiyor. İç derinlik kazanmış karakterlerle çarpıcı olay ya da durumlar üzerine kurulan öyküler oluşuyor böylelikle. Bir yandan, farklı kurgulama teknikleri, modernist bir resimdeki gibi parçalanıp yeniden düzenlenmiş zaman/mekân yapılanmaları, iç konuşmalar, bilinç akışı tekniği, metinsel boşluk, kesinti ve suskular, kitaptaki öyküleri modern kısa öykü sanatının özgün ve deneysel kanalına taşıyor. Serap Gökalp, toplumsal izlekli öykünün, yansıtmalı düz bir söylem ve kalıplaşmış yapı yerine, modernist ve sıra dışı biçim denemeleri üzerinde yükselen biçim-öz diyalektiği üzerinde de kurulabileceğinin özgür ve özgün örneklerini sergiliyor Kulak Misafiri’nde. Kronolojik zaman algısını kıran, parçalı öykü metinleri, yukarıda belirtildiği gibi, bir ya da birkaç ortak noktayla birbirine ilmekleniyor. Böylece öyküler, kitapta senfonik bir bütünlüğe evriliyor; yaşamın çok sesli, çok boyutlu, çok renkli gerçekliğine dokunuyor. Parçadan bütüne, bütünden parçaya mekik dokurken, öykünün ve dolayısıyla yaşamın gücünü duyumsatıyor.
Serap Gökalp’in öykülerinin derin bir psikoloji bilgisi, yoğun davranış gözlemleri ile yazılmış oldukları görülüyor. Kaybolan Eller’de öykü kişisindeki sanrılar ve kişilik parçalanması gibi ruhsal çözülme süreçleri ayrıntılarda titiz bir yorumla ve farklı biçim denemeleriyle dile getiriliyor. Kirpi, mitolojiden gizemli bir cinayete uzanan kurgusuyla, insanın insana yapabileceği kötülüğün sınırlarını zorluyor. Boş Oda Dolu Bavul, zorlu bir insanlık durumu olan yaşlılığı; yalnızlık, istenmeyiş, çaresizlik ve huzurevine itilmişlik bağlamında, duygulu bir dille anlatan, bunu yaşlılık psikolojisiyle buluşturan dramatik yapıda bir öykü… “Bavulun kapanması” yaşamdaki anlamın kapanması, bitmesi demektir aslında. “Bavul yorgundu, yerinden kalkacak gibi değildi.” ifadesinde nesne ile insanın özdeşimi dikkat çekiyor.
Kulak Misafiri’nde çalışma yaşamını odağına alan öyküler de var. Kadınların ev ve iş ortamında karşılaştığı güçlükleri anlatırken yazar olgulardan hareket eden, merkeze insanı alan nesnel bir tutum sergiliyor.
Yazarın öykü dilini oluştururken biçim denemeleri yaptığına; anlattığı olay ya da durumu dil içindeki birkaç küçük değişiklikle ifade ettiğine tanık oluyoruz. Bugün Bekle Beni’de olayı bir noktada kesip o noktadaki sözcüğü de ikiye bölüyor; olay anlatımına öykünün ikinci kişisini anlatıcı konumuna getirerek devam ediyor. Bir Tencere Süt, Geçmişin Çanakları, Annemin Çalılıklarında adlı ardışık öykülerde karakterler farklı perspektiflerden anlatılarak birbirleriyle ilintileri kuruluyor. Yetiştirme yurdundan hayata atılan adımların gölgeli sessizliğinde iki kız kardeşin yıllar sonra bir araya gelmesi, onları yurda bırakan annenin dünyası, farklı açılardan anlatılırken anne ve evlat olma kavramları yeniden sorgulanıyor.
Tarihsel perspektifle yazılan mübadele öyküsü Kanunla Çalınan, dikkate değer bir öykü. Farklı tekniklerle parçalı yapıda bir öykü evreni yaratılıyor. Parça parça insan hikâyelerinin art arda dizilmesi ya da bu parçaların dağınık düzende öykü dokusuna yerleştirilerek zaman ve mekân atlamaları yapılması ilgi uyandırıyor. İki yaka arasındaki insan akışı, mübadele gemilerindeki yaşam, iki ayrı kültür üzerinden aktarılırken, asıl gerçeğin iyi/ kötü, zayıf/ güçlü yönleriyle insan olduğuna; farklı kültürlerin insan gerçekliğinde eridiklerine işaret edilerek, ötekileştirmenin sosyopolitik dayatmalardan kaynaklandığı gerçeği sezdiriliyor.
Kulak Misafiri, öykü evreniyle, toplumsal izleklerin anlatımındaki estetik yönsemelerle, biçim/ biçem denemeleriyle, okura alternatif okumalar sunan, sıra dışı ve özgün bir yapıt.

Hülya SOYŞEKERCİ
hulyasoysekerci@yahoo.com
(RADİKAL KİTAP EKİ, 22.01.2010'da yayımlandı.)

3 Ocak 2010 Pazar

“DERSİMİZ EDEBİYAT”



“DERSİMİZ EDEBİYAT”
Yaşadığımız çağda teknolojinin getirdiği olanaklar sonucu, ‘bilgi’nin yerini ‘enformasyon’ almaya başlamış; bu değişme olgusu giderek daha etkin ve baskın bir konuma gelmiştir. Söz konusu enformasyon akışı herkesin ansiklopedik bilgiye anında ve kolayca ulaşmasını sağlarken, analitik düşünme, yorumlama ve irdeleme gibi mantıksal süreçleri arka plana atmıştır.
Yaşamdan bağımsız olamayacağını düşündüğümüz okullarda da öğretim-eğitim teknolojileri kullanımının yaygınlaşması sonucunda öğretmenin eğitim-öğretimdeki yeni rolünün ve ders müfredat programlarının sorgulanıp yeniden gözden geçirilmesi dönemi başlamıştır. Öğretmenin eğitim süreçlerindeki rolü değişmiş; öğretmen bilgi aktaran değil, öğrenciye bilgiye ulaşma metotlarını gösteren, elde edilen bilgileri analitik yorumlama süreçlerine yönlendiren, gence düşünme, araştırma ve deneylemeyi işaret eden bir rehber(yol gösterici) konumuna gelmiştir. Bu durum, bir bakıma öğretmenin de dönüşümü anlamına gelmektedir. Ansiklopedik bilgi ve enformasyona internet, eğitim CD’leri, radyo, televizyon, film, SMS vb. gibi teknolojik yöntemlerle kolayca, hızla ve anında ulaşabilen genç öğrenciye, bu bilgileri süzebilme, konuya uygun nitelikte olanlarını alabilme ve elde edilenleri yorumlayıp dönüştürebilme yollarını gösterecek kişidir öğretmen. Teknoloji, toplumların her alanını değiştirip dönüştürürken, eğitimi de şekillendirmekte; eğitim kuramcıları ve uygulayıcılarına yepyeni bakış açıları kazandırmaktadır.
Müfredatın asıl uygulayıcısı konumundaki öğretmenin eğitindeki rolünün dikkate alındığı yeni dönemlerde, insanın özüne zenginlikler kazandıran, duygu, dil ve düşünsel gelişimin temellerinden olan edebiyat derslerinin de bütün boyutlarıyla yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Edebiyat dersleri, bence, her şeyden önce metni önceleyen, odağına edebiyat metnini alan, öğrenciyi yaratıcı ve analitik yorumlara yönlendirebilen, ona okumayı sevdiren yeni bir yapılanmaya kavuşmak durumundadır. Bu anlamda metin çözümleme dersleri, ezberci ve enformatik olmayan birtakım öğrenme-eğitme aşamalarından geçilerek işlenmelidir. Yorum gücünü geliştirme, metnin katmanlarını açılımlama, metnin mimari yapısını keşfedebilme, yazılanların içerdiği düz anlamının ötesini görebilme, farklı açılardan bakabilme, estetik beğeniyi yükseltme gibi nitelikler, edebiyat derslerinin temel amaçları arasında yer almalıdır. Enformatik bilgiye, ezberciliğe, şablonculuğa ağırlık veren eğitim modeli mutlaka bırakılmalıdır; çünkü internet teknolojisi dolayısıyla, ansiklopedik-enformatik bilgilerin sınıfta öğretmen tarafından aktarımının hiçbir önem ve anlamı kalmamıştır artık. Son dönemlerde olumlu yönde bazı çabalar ve kıpırdanmalar olsa da, bu kez ölçme değerlendirmede sorunlar yaşanmakta; pek çok öğretmen, derslerini yorumsal biçimde işlemeye çabaladığı halde, değerlendirme sorularını çoğu zaman enformatik bilgiye dayandırmaktadır. Ayrıca uygulanan dört ya da beş seçenekli testler de öğrencilerin zihinsel-dilsel-estetik yaratıcı süreçlerini daraltmaktadır. Yukarıdan dayatılan bu durum, öğrencinin olduğu kadar öğretmenin de yaratıcılığını engellediği için, edebiyata, eğitime ve yaşama at gözlükleriyle bakılması sonucunu doğurmaktadır. Yarışmacı sistemle yaratıcı edebiyat derslerinin bir arada yürütülmesi ne yazık ki olanaksızdır. Eğitimde ölçme-değerlendirme çelişkisinin ya da engelinin ortadan kalkmasının, sınav ve yarışmanın edebiyat gibi yaratıcı derslerden mümkün olduğunca uzak tutulmasının; edebiyat derslerinin seminer/atölye biçiminde verilmesinin uygun olacağını düşünüyorum. Öğrencilerden de bu eğitsel sürece birtakım yaratıcı projelerle katkılarda bulunması istenmelidir. Edebiyat öğretmenlerinden, üniversitede edindikleri şablon bilgileri ya da ezberleme süreçlerini öğrencilere dayatmaları ve bunları ölçüp değerlendirmeleri istenmemelidir artık. Öğretmenler de edebiyat derslerinin enformatik olmayan yeni bakış açısıyla işlenmesi ve değerlendirilmesi konusunda yeterince aydınlatılmak durumundadırlar.
Bu kısa yazıda daha çok yöntemsel açıdan yaklaştığım edebiyat ders müfredatı, ayrıca içerik ve uygulamalar açısından da gözden geçirilmeli, yaratıcı yazarlık, okuma atölyesi, drama etkinlikleri, şiir dinletileri gibi çalışmalarla; sözlü ve yazılı kompozisyon derslerine yoğunluk/ağırlık verilerek, dersler yepyeni bir yapılanmaya kavuşturulmalıdır. Edebiyat dersleri ‘edebiyat tarihi’nin hegemonyasından ve dilbilgisi kurallarının sürekli tekrarından kurtarılarak, yaratıcı/eleştirel okuma; yaratıcı/düşünsel yazma etkinliklerini önceleyen, odağına edebiyat metinlerini alan, estetik bilimiyle el ele yürüyen dersler durumuna dönüştürülmelidir. İçerikler elbette çağa uygun olmalı, modern ya da klasik, yerli ve evrensel edebiyat yapıtlarına açılmalı, insan sevgisiyle dolu, erdemli, barışçı bireylerin yetiştirilmesine de katkı sağlanmalıdır. Edebiyat dersleri, genç öğrencinin dünyasını hem yerel hem de evrensel kültüre açarak, barış kültürü ve erdemi somutlaştırmalı, geleceği şekillendirmedeki sorumluluğu en iyi biçimde yerine getirmelidir.
Unutmamak gerekir ki, edebiyat eğitimi sağlam ve düzgün olan bireyler, etkin/yaratıcı okurlar, yorumcular (ve yazarlar) olarak geleceğin toplumsal yaşamını şekillendirir ve insanlığa yepyeni düş pencereleri açarlar.
Her şey daha güzel bir dünya için…

Hülya SOYŞEKERCİ
(LACİVERT Şiir Öykü Dergisi Kasım Aralık 2009 sayısında yayımlandı.)