24 Haziran 2009 Çarşamba

İZMİR’DE 107 YILLIK ŞEKERCİBAŞI




Geçmiş günlere duyduğum bir özlem, adımlarımı tarihi Kemeraltı Çarşısı’na doğru götürüyor. Yakıcı sıcaklar, caddenin parke taşlarından yüzüme yansıyor. Her gün Körfez’den esen rüzgâr bugün esmeyi unutmuş gibi. Temmuz ateşinde kavruluyor İzmir. Satıcıların sesleri yükseliyor caddede. Seslere takılan bakışlarım, onlarla birlikte yavaş yavaş yukarıya doğru çıkıyor. Yüzyıllık cumbalı binalar dikkatimi çekiyor ileride. Buram buram bir temmuz öğle sonrası… Soğuk bir şeyler yeme ve içme ihtiyacı duyuyorum. Sağda Şekercibaşı Ali Galip’in çeşit çeşit dondurmaları, limonatası, karadut şerbeti gözüme ilişiyor. Ferah bir serinliğin beni çağırdığını duyumsuyorum. “Kuruluş 1901” yazıyor tabelada. Bir yandan da raflardan birinde gördüğüm renkli, yaldızlı kâğıtlara sarılı, şemsiye biçiminde çikolatalar, çocuksu bir sevinçle dolduruyor içimi. “Burada durup kısa da olsa bir mola vereyim.” diyorum.
Konak’tan tarihi çarşıya girişte, İzmir’e 107 yıldan beri hizmet veren Şekercibaşı Ali Galip firmasının olduğu yapı, geçmiş zamanlardan günümüze merhaba diyor. Köşedeki bu büyük yapının yan tarafında bulunan Ali Galip’in pastane ve satış mağazasından içeri giriyorum. Tezgâh üzerindeki pirinç kapaklı akide şekeri kavanozları ışıltıyla göz alıyor. Lokumlar, şekerlemeler, tatlılar, pastalar… Raflara dizili renk renk kadife kutular, yaldızlı rafya şeritlerin ışıltısı… Bazı kadife şeker kutularının kalp şeklinde olması, bir zamanlar “hayırlı bir iş için” yapılan ziyaretlerde armağan olarak götürülen şekerlemeleri çağrıştırıyor… Gelenekler yavaş yavaş çözülüyor. Çocukluğumuzun düşlerini süsleyen rengârenk şemsiye çikolatalar, kırma çikolatalar, ambalajının üzerindeki zenci kadın imgesiyle bizi uzak ülkelere götüren sakızlar… Geçmişe özgü pek çok ayrıntıyı burada görüyor ve o yitik zamanları yeniden düşleyebiliyoruz. Sonradan öğrendiğime göre bu kırma çikolatalar yalnızca İstanbul’daki ünlü şekerlemecilerde varmış; bir de burada. Lokum çeşitleri de geleneksel tatların güzelliğini anımsatıyor. Güllü lokumlar bana anneannemi çağrıştırır çoğu zaman. Gül yüzlü, gül kokulu anneannemin en sevdiği lokum çeşidiydi. Bayramlarda elini öpmeye gittiğimizde gül kokusuyla gelen mutluluk, ağzımızda şeker tadıyla buluşurdu. Bu, bana mutluluğun tadı gibi gelirdi. Şekerciliğin bir de bu yönü var; şekercilik, çoğu zaman mutlu günleri paylaşır insanlarla. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.” sözü boşuna değildir. Sevdiğimiz kişiler ya da durumlar için “şeker gibi” deriz. Şeker tadıyla anlam kazanan ne çok deyimimiz vardır Türkçede.
Ali Galip Pastanesi iki kattan oluşuyor. Alt katta satışa ağırlık veriliyor; üst katta ise duvarları aynalarla dekore edilmiş bir salon var. Oturup soluk alabileceğimiz, ailece gelebileceğimiz bir mekân izlenimi bırakıyor. Biraz ötedeki masada yaşlı bir adam ve torunu dikkatimi çekiyor. Torun, dondurmasını keyifle yerken, cıvıl cıvıl bakıyor dedesine. Öteki masalardan birinde bir genç kız ve delikanlı var. Fısıltılı bir sesle kim bilir neler anlatıyorlar birbirlerine? Yürek kıpırtılarını yalnız ben duyuyorum…

Tarihten Sayfalar

Firmanın tarihiyle ilgili bilgileri Mustafa Irmak ‘tan alıyoruz. Kurucusu Ali Galip’ten bu yana gelen dördüncü kuşaktan olduğunu belirtiyor. Ali Galip’in, Mustafa Bey’in babasının dayısı olduğunu öğreniyoruz. Firma 1901’de kuruluyor. Ali Galip ve ailesi aslen Bursalı… Bursa’da şekercilik işine başladıktan sonra İzmir’e geliyorlar.
O yıllarda Kemeraltı Şekerciler Çarşısı’ndaki meşhur Rum şekerci Çatalsakal’la rekabete başlamış Ali Galip. Onun dükkânının karşı köşesinde hizmete açmış kendi dükkânını. Meşhur olmasına, biraz da bu rekabet sebep olmuş. Çatalsakal 1922’de Yunanistan’a gidince Ali Galip, şekercilik alanında İzmir’de tek kalmış. 1936’daki yangından sonra firma şimdiki binasına geçmiş. Bu bina şu anda aynen duruyor. Binanın öteki bölümünde bir banka hizmet veriyor… Kendi ailemin şekercilerinin İkinci Dünya Savaşı yıllarında şeker sıkıntısı nedeniyle işlerinin bozulmasını, hepsinin yavaş yavaş memuriyete geçmelerini kırk yıllık bir söylence gibi dinlediğim için, Mustafa Bey’e de savaş yıllarının firmaya olumsuz etkisi olup olmadığını soruyorum. Kendisinden dinlediğime göre 1940’lı yıllarda şeker karneye bağlanınca İzmir’de ve firma düzeyinde ticaret durmuş; ekonomik sıkıntı çekilmiş ama her şeye karşın, köklü bir çınar gibi yaşama tutunan Ali Galip firması, ayakta kalmayı başarmış…
Şöyle devam ediyor Mustafa Bey: “İzmir’in en ünlü simaları, Elhamra ve Konak Sineması’nda film başlamadan önce buraya gelirlermiş. Sinema çıkışında da oturanlar olduğu için pastane o yıllarda 11.30’a kadar açık olurmuş.” Uzun yıllar boyunca pastaneye gelen ünlüler arasında Adnan ve Berrin Menderes dikkat çekiyor. Adnan ve Berrin Menderes ilk olarak bu pastanede tanıştırılmışlar. Binanın dâhil olduğu adanın Berrin Hanım’ın ailesi Evliyazadeler’e ait olduğunu öğreniyoruz. “Tanju Okan bir dönem bu mekâna sürekli gelen ünlülerdendi. Perran Kutman ve Müjdat Gezen de İzmir’e geldiklerinde buraya mutlaka uğrarlardı. Yıldız Kenter, badem ezmesi almaya gelirdi. Tiyatrocu Sururilerin hepsi, başta Gülriz Sururi olmak üzere buraya gelirlerdi.” diye anlatıyor Mustafa Bey. Bu arada ünlü aktörlerden Turgut Özatay ve Yusuf Sezgin’in burada çalışmış olduklarını öğreniyoruz. “1974’te Turgut Özatay geldi, babamın elini öptü. ‘Babana iyi bakıyor musun ?’ diye sordu bana. Onun meşhur olduğunu babama söylediğimde, ‘çırakken çok fiskemi yedi.’ dedi. Epeyce şaşırmıştım. Yusuf Sezgin, Kahramanlar semtinin çocuğuydu. Babam ‘tembel olduğu için o da çok fiske yedi.’ dedi ayrıca.” diye anlatan Mustafa Bey, insanların günümüzde günlük, hatta saatlik yaşadığını belirterek şöyle devam ediyor: “Eskiden bir pastane keyfi, pastane kültürü vardı. Şimdi öyle değil. O yıllarda anlayış farklıydı. Kemeraltı’nın insanları efsane oldu. Günümüzde büyük alışveriş merkezlerindeki modern kafelere gitmeyi tercih ediyor insanlar.”
“Ali Galip Pastanesi’nin meşhur mamulleri arasında, badem kurabiyesi, limonata, supangle en ünlüleri. Kırma çikolata, şemsiye çikolata… gibi ürünler nostalji yaşatmaktadır.” diyen Mustafa Bey, kaliteyi korumak adına birçok ayrıntıya çok eskiden beri dikkat ettiklerini, bunun firmanın başta gelen ilkesi olduğunu belirtiyor. “Malzemenin iyisi kullanılmakta. İnsanlar buraya güvenle gelebilir. Lezzetten ödün vermemek için antepfıstığının iç kabuğunu bile çıkarıyoruz.” diyor.
Esnaflar arsındaki diyalog açısından, günümüzde eski durumun kalmadığını öğreniyoruz. Çünkü çevrede bulunan bütün eski esnaflar birer birer dükkânlarını kapatmışlar: “Karakaş, Nermin, Çatalkaya, Mustafa Şık gibi mağazalar kalmadı. Altın Damlası kolonyasıyla ünlü S. Ferit Eczacıbaşı’nın mağazası da yok artık. Eski komşuluk da yok. Yan tarafımız simit sarayı oldu. Öteki taraf da banka binası.” diyerek duygularını dile getiren Mustafa Bey’e 110. Yıl için neler planlandığını sorduğumuzda şu yanıtı aldık: “110. Yılda bir şenlik düşünüyoruz. Tarihsel havayı yaşatan bir dekorasyon da projelerimiz arasında.”
Kemeraltı’nın büyük alışveriş merkezleri açılınca zayıfladığını söylüyor Mustafa Bey. Ancak, onun yeğeni olan, firmanın genç kuşak temsilcisi Mert Bey ise “Kemeraltı ölmez aslında.” sözüyle dile getirdi düşüncesini. Çeşitli restorasyon ve düzenleme çalışmalarıyla eski ile yeninin uyum ve denge içinde yaşayabileceğine, Kemeraltı’nın eski havasına yeniden kavuşabileceğine inanan ve gençliğin umudunu taşıyan bu yeni kuşak temsilcisinin de çalışmalarıyla, firmanın daha uzun yıllar İzmir kentine hizmet sunacağından eminiz.

Hülya SOYŞEKERCİ
hulyasoysekerci@yahoo.com

İZMİT TARİH VE TOPLUM DERGİSİ 2. SAYIDA (EYLÜL 2008) yayımlandı.

13 Haziran 2009 Cumartesi

DİPNOT KİTAP KULÜBÜ







İyi okurlar için güzel bir site

http://www.dipnotkitap.net/







Şiirsel Denemeler

Hülya Soyşekerci’nin Yazarlar ve Yapıtlara Yönelik Okumalar adlı kitabı üzerine notlar

Eren Arcan - 9 Haziran 2009

Yazarlar ve Yapıtlara Yönelik Okumalar adlı kitabında Hülya Soyşekerci güncelerinden yola çıkarak, edebiyat ve sanat ile ilgili kişisel bilgilerini, düşüncelerini, görüşlerini çok zarif bir şiirsellik içinde yazıya döküyor.

“Yaşanmışlıkların tortusu” olarak kabul edilen güncenin yapısının gerektirdiği açık yüreklilik ve samimiyetle, bir perde arkasına saklanmadan, kişisel yaşantısını ortaya koyuyor ve buradan hareketle yazarlara ve yapıtlarına göndermeler yaparak güncelin etkisi ile başladığı kanalda, edebiyatı ve sanatı irdeliyor. Kitabın bölümlerinde, denemelerdeki olağan bilimselliğin getirdiği kuruluk tuzağına düşmeden, somut bilgi ile şiirselliği kaynaştırarak deneme türüne “Şiirsel Denemeler” diye adlandırabileceğimiz yeni bir soluk getiriyor.

Yazar “Kemeraltı’nda Geçmiş Zaman Rüzgârları” adlı bölümde, geçmiş ve şimdiki zaman arasında salınırken, yanlız deneme yazarı değil betimlemeleriyle, kurgusuyla, zaman üzerindeki savlarıyla, aynı zamanda usta bir edebiyat yazarı olduğunu ortaya koyuyor.

“Zamanın kırılma noktalarını buluyorum Kemealtı’nda. O noktalarda varlığını yoğunlaştıran bir “toplumsal zaman” seziyorum. Bu toplumsal zaman, eski eşyalarda yaşayan “kişisel zamanlardan” süzülerek varlığını duyumsatıyor.” (s50)

Hülya Soyşekerci’nin kalemi ile Kemeraltı’nı adım adım sevgi ile geziyoruz.

“Hisarönü’ne geliyorum. Kızlar Ağası Hanı, Çuha Bedesteni önündeyim. Yüzyıllık çınara merhaba diyorum. Çınarın altında küçük bir çay molası... Akşamın son ışıkları... Güvercinler toplanıyor... Rüzgâr dalları titretiyor. Kuru dallarda asılı kalmış birkaç kozalak... Yüzyıllık çınar özünde yeşilliği, tazeliği gizliyor. Bekliyor... Hüznün içinden sevinci, eskinin içinden yeniyi damıtacak. Birşeyleri çoğaltırken kendisi de çoğalacak durmadan. Tıpkı Kemeraltı gibi...” (s54)

Hülya Soyşekerci güncelin çalkantılarından fevkalade etkilenmesine rağmen, umutsuzluğa düşmeden, sanatın koruyucu, birleştirici, paylaşımcı niteliğinin insanları evrensel bir sevgi çerçevesinde birleştirdiğine inanıyor. Uyumsuz, topluma aykırı düşen insanın sanata, yazına, felsefeye sığındığını söylüyor ve geleceğe umutla bakıyor.

“Her şey umutlarda ve gençlerde yoğunlaşıyor. Umutları ve gençleri yanımızdan ayırmadan onların yaratıcılığının öncülüğünde, okyanusa açılan düşsel bir tekneyle ütopyalarımıza doğru sevgi ile yol alabileceğiz... Bilge Karasu en karanlık gecenin en koyu masalının da yırtıldığını; gökyüzünün insana gülümsediğini göstermedi mi bize? Maviliklere selâm olsun.” (s 143)

Yazar kitabında Zweig, Amiel, Pavese, Tomris Uyar, Atay, Sartre, Woolf, Orhan Kemal, Sylvia Plath, Mann, Pablo Neruda, Cortazar, Kafka, Proust, Rilke, Joyce gibi ustalar arasında yolculuk yaparken, edebiyat sevdalılarına hem iyi yazının keyfine varabilecekleri bir eser, hem de sıklıkla başvurabilecekleri bir bilgi kaynağı sunuyor.




YAZARLARA VE YAPITLARA YÖNELİK OKUMALAR

BAHAR VARDARLI

11 Haziran 2009

Hülya Soyşekerci’nin, kendi güncesinin kurgusu içinde, incelemeye aldığı diğer yazarların güncelerine ayna tutarak, onların eserleri hakkında ayrı ayrı yaptığı bir çalışma olan bu kitap, bize Hülya’yı tanıttı. Zaten kendisi de kitabında, “Bence bir yazarı tanımanın en iyi yoludur günlükler,” diyor.

Bilgi, birikim, akıl, çalışma azmi, görevi ciddiye almak, merak, araştırma, sorgulama… Bunlar gibi nice özelliği kişiliğinde barındıran bir yazar Hülya. Böyle bir donanımı edinmek kişinin bilinçli çabasının sonucudur. Bu da yılmadan çalışmak demektir. Güncelerini okurken yazarın kitaplar hakkındaki bilgisinin yoğunluğu okurda hayranlık uyandırıyor. İstekli ve okuma sevdalısı olan okur, “Bunları ben de okumalıyım,” diyor ve telaş içinde kendisi için uzun listeler çıkarıyor.

Duygusal yanına değinecek olursak, Hülya’nın yüreği sevgi, insanlık, anlayış ve umut dolu. Yazılarının her bölümünü umut ışığının aydınlığında bitirmesi bu özelliğinin kanıtı.Onun intihara karşı duruşuna, gençleri geleceğin yaratıcıları olarak görüşüne, ve yaşam hakkındaki yorumlarına aynen katılıyorum.

İfade gücü ve Türkçesi imrenilecek kadar etkili olan Hülya, okuru zorlamıyor, demek istediğini yalın bir dille ifade ediyor. Kullandığı öz Türkçe kelimeler hiç yadırgatıcı değil, hatta bazen insanı bir köşeye not almaya bile teşvik ediyor.

Hülya’nın dikkatimi çeken diğer bir özelliği edebiyatı ve edebiyatçıları çok sevmesi ve katıldığı bu tür birlikteliklerin onda yaşam sevinci oluşturması.

Kendisi eleştiri dalını seçmiş olmasına karşın, bu kitaptaki denemeleriyle onun aslında ne denli iyi bir yazar olduğunu fark ediyoruz. Eleştirilerine devam ederken yazmaya da vakit ayırırsa, bu yeteneğini biz okurlara sunarsa, hem edebiyat dünyamız kazanır, hem de biz okurlar güzel bir Türkçe, güzel bir anlatım ve en önemlisi güzel bir beynin ürünü ile ödüllendiriliriz.

11 Haziran 2009 Perşembe

BU ÖYKÜLER İZMİRLİ





Anadolu’da bulunan hemen hemen her kent, tarihin binlerce yıllık tortularından oluşmuş tepeler taşır toprağında. Bilinen en eski ismi Tişmurna olan İzmir de binlerce yıldan beri Ege Denizi’nden esen imbat rüzgârının taşıdığı kumları biriktiriyor bağrında. Hititler Çağı’ndaki adı Tişmurna olan, Yunanlıların buraya karşı kıyıdan gelmesinden sonra ise Smyrna adını alan İzmir, sırf Antik Çağ’da değil sonrasında da önemli bir kent oldu. Bu önemiyle uyumlu olarak aralarında roman, şiir ve hikâyelerin de yer aldığı türlü çeşit sanat eserine konu oldu.
Ünlü yazarların İzmir hakkındaki öykülerinden oluşan ve Şenocak Yayınları tarafından yayımlanan İzmirli Öyküler adlı kitap da bu eserlerden biri.
Hülya Soyşekerci ve Ferda İzbudak Akıncı tarafından hazırlanan kitapta, ülkenin en tanınmış yazarları tarafından yazılmış, içinde İzmir olan birbirinden güzel öyküler var. Bu öykülerde aşk, ihanet, cesaret, ayrılık, mizah, özlem gibi duygular okuyucuyu bekliyor onları kelimelerin gücüyle sarıp sarmalamak için. Kitabın sayfaları arasında yeni kıtalar keşfetmek için yola çıkan bir kâşif gibi dolaşan okuyucu, İzmir’i edebî bir rüzgârın eşliğinde gezecek ve kitaptaki kahramanlarla birlikte duygulanacak, üzülecek, âşık olacak, gülecek, eğlenecek. Bunun yanında İzmir’i yakından tanıma olanağına kavuşacak. Kimi zaman Kordon boyunda, Konak Meydanı’nda, Kemeraltı’nın dar sokaklarında dolaşacak, kimi zaman da Karşıyaka’nın mor salkımlı bahçelerinde çay içecek.
Kitapta öyküleri bulunan yazarlar ise şunlar: Ahmet Büke, Ahmet Önel, Ayşe Kilimci, Canan Tan, Ferda İzbudak Akıncı, Feyza Hepçilingirler, Gülseren Engin, Handan Gökçek, Hasan Özkılıç, Hülya Soyşekerci, İnci Aral, Lütfiye Aydın, Mehmet Atilla, Muzaffer İzgü, Osman Şahin, Raşel Rakella Asal, Sadık Yemni, Sadık Aslankara, Şükran Yücel ve Vicdan Efe.
Kitapta öyküsü bulunan her yazar kendi deneyimi, yaratıcılığı ve bakış açısı ile İzmir’i farklı açılardan görmeye çalışmış. Öyküsüne konuk ettiği kahramanların aracılığıyla okurlarını bu güzel kentte gezintiye çıkarmış. Birbirinden güzel 20 öykünün bulunduğu kitap, bir kenti edebiyat yoluyla tanımak isteyenler için biçilmiş kaftan.

İzmir için yazılan hikâyelerden oluşan İzmirli Öyküler Şenocak Yayınları tarafından yayımlandı


TARAF Kültür Sanat Eki, 31.05.2009

3 Haziran 2009 Çarşamba

YAZAR KEVSER RUHİ'NİN BASIN AÇIKLAMASI

BASINA VE KAMUOYUNA DUYURU

15 Mayıs 2009 günü Birgün gazetesinde yayımlanan Reha Mağden Öykü yarışması sonuçlarına göre “Saçları Deli Çoruh” isimli dosyamın birinci seçildiğini öğrendim. Yarışma koşullarının belirtildiği duyuruda katılımcıların daha önce kitap halinde yayımlanmamış öykü dosyalarının (bir kopya) en geç 15 Ocak 2009’a kadar göndermeleri gerektiği belirtiliyor; sonuçların 12 Nisan 2009 tarihinde Birgün gazetesinde ilan edileceği ve ödül töreninin 25 Temmuz 2009 günü Burgazada’da yapılacağı yazıyordu. Ayrıca Seçici Kurulun Doğan Hızlan, Latife Tekin, Güldal Kızıldemir, Ayfer Tunç, Cemil Kavukçu ve Ahmet Tulgar’dan oluştuğu belirtilmekteydi. Ancak sonuçların duyurulmasının ardından seçici kurulda yer aldığı ilan edilen üyelerden dördüne yarışmaya katılan dosyaların gönderilmediğini ve yarışmaya gönderilen dosyaların kim ya da kimler tarafından değerlendirildiği konusunda soru işaretleri doğduğunu öğrenmiş bulunmaktayım.

Bu durum seçici kurul olarak ilan edilen isimler kadar beni de rahatsız etmiştir. Bugüne kadar Reha Mağden yarışmasında değerlendirme yapan kişi ve/veya kişilerin sessizlik içinde olmaları ve hiçbir açıklama yapmamaları üzerine bu yarışmada dosyamın değer görüldüğü birincilik ödülünü, edebiyata gölge düşürmemek adına, kişisel olarak da öykülerim ve ismim üzerinde herhangi bir şüpheye tahammülüm olmadığından geri çeviriyorum.



02 Haziran 2009



Kevser RUHİ