
Geçmiş günlere duyduğum bir özlem, adımlarımı tarihi Kemeraltı Çarşısı’na doğru götürüyor. Yakıcı sıcaklar, caddenin parke taşlarından yüzüme yansıyor. Her gün Körfez’den esen rüzgâr bugün esmeyi unutmuş gibi. Temmuz ateşinde kavruluyor İzmir. Satıcıların sesleri yükseliyor caddede. Seslere takılan bakışlarım, onlarla birlikte yavaş yavaş yukarıya doğru çıkıyor. Yüzyıllık cumbalı binalar dikkatimi çekiyor ileride. Buram buram bir temmuz öğle sonrası… Soğuk bir şeyler yeme ve içme ihtiyacı duyuyorum. Sağda Şekercibaşı Ali Galip’in çeşit çeşit dondurmaları, limonatası, karadut şerbeti gözüme ilişiyor. Ferah bir serinliğin beni çağırdığını duyumsuyorum. “Kuruluş 1901” yazıyor tabelada. Bir yandan da raflardan birinde gördüğüm renkli, yaldızlı kâğıtlara sarılı, şemsiye biçiminde çikolatalar, çocuksu bir sevinçle dolduruyor içimi. “Burada durup kısa da olsa bir mola vereyim.” diyorum.
Konak’tan tarihi çarşıya girişte, İzmir’e 107 yıldan beri hizmet veren Şekercibaşı Ali Galip firmasının olduğu yapı, geçmiş zamanlardan günümüze merhaba diyor. Köşedeki bu büyük yapının yan tarafında bulunan Ali Galip’in pastane ve satış mağazasından içeri giriyorum. Tezgâh üzerindeki pirinç kapaklı akide şekeri kavanozları ışıltıyla göz alıyor. Lokumlar, şekerlemeler, tatlılar, pastalar… Raflara dizili renk renk kadife kutular, yaldızlı rafya şeritlerin ışıltısı… Bazı kadife şeker kutularının kalp şeklinde olması, bir zamanlar “hayırlı bir iş için” yapılan ziyaretlerde armağan olarak götürülen şekerlemeleri çağrıştırıyor… Gelenekler yavaş yavaş çözülüyor. Çocukluğumuzun düşlerini süsleyen rengârenk şemsiye çikolatalar, kırma çikolatalar, ambalajının üzerindeki zenci kadın imgesiyle bizi uzak ülkelere götüren sakızlar… Geçmişe özgü pek çok ayrıntıyı burada görüyor ve o yitik zamanları yeniden düşleyebiliyoruz. Sonradan öğrendiğime göre bu kırma çikolatalar yalnızca İstanbul’daki ünlü şekerlemecilerde varmış; bir de burada. Lokum çeşitleri de geleneksel tatların güzelliğini anımsatıyor. Güllü lokumlar bana anneannemi çağrıştırır çoğu zaman. Gül yüzlü, gül kokulu anneannemin en sevdiği lokum çeşidiydi. Bayramlarda elini öpmeye gittiğimizde gül kokusuyla gelen mutluluk, ağzımızda şeker tadıyla buluşurdu. Bu, bana mutluluğun tadı gibi gelirdi. Şekerciliğin bir de bu yönü var; şekercilik, çoğu zaman mutlu günleri paylaşır insanlarla. “Tatlı yiyelim tatlı konuşalım.” sözü boşuna değildir. Sevdiğimiz kişiler ya da durumlar için “şeker gibi” deriz. Şeker tadıyla anlam kazanan ne çok deyimimiz vardır Türkçede.
Ali Galip Pastanesi iki kattan oluşuyor. Alt katta satışa ağırlık veriliyor; üst katta ise duvarları aynalarla dekore edilmiş bir salon var. Oturup soluk alabileceğimiz, ailece gelebileceğimiz bir mekân izlenimi bırakıyor. Biraz ötedeki masada yaşlı bir adam ve torunu dikkatimi çekiyor. Torun, dondurmasını keyifle yerken, cıvıl cıvıl bakıyor dedesine. Öteki masalardan birinde bir genç kız ve delikanlı var. Fısıltılı bir sesle kim bilir neler anlatıyorlar birbirlerine? Yürek kıpırtılarını yalnız ben duyuyorum…
Tarihten Sayfalar
Firmanın tarihiyle ilgili bilgileri Mustafa Irmak ‘tan alıyoruz. Kurucusu Ali Galip’ten bu yana gelen dördüncü kuşaktan olduğunu belirtiyor. Ali Galip’in, Mustafa Bey’in babasının dayısı olduğunu öğreniyoruz. Firma 1901’de kuruluyor. Ali Galip ve ailesi aslen Bursalı… Bursa’da şekercilik işine başladıktan sonra İzmir’e geliyorlar.
O yıllarda Kemeraltı Şekerciler Çarşısı’ndaki meşhur Rum şekerci Çatalsakal’la rekabete başlamış Ali Galip. Onun dükkânının karşı köşesinde hizmete açmış kendi dükkânını. Meşhur olmasına, biraz da bu rekabet sebep olmuş. Çatalsakal 1922’de Yunanistan’a gidince Ali Galip, şekercilik alanında İzmir’de tek kalmış. 1936’daki yangından sonra firma şimdiki binasına geçmiş. Bu bina şu anda aynen duruyor. Binanın öteki bölümünde bir banka hizmet veriyor… Kendi ailemin şekercilerinin İkinci Dünya Savaşı yıllarında şeker sıkıntısı nedeniyle işlerinin bozulmasını, hepsinin yavaş yavaş memuriyete geçmelerini kırk yıllık bir söylence gibi dinlediğim için, Mustafa Bey’e de savaş yıllarının firmaya olumsuz etkisi olup olmadığını soruyorum. Kendisinden dinlediğime göre 1940’lı yıllarda şeker karneye bağlanınca İzmir’de ve firma düzeyinde ticaret durmuş; ekonomik sıkıntı çekilmiş ama her şeye karşın, köklü bir çınar gibi yaşama tutunan Ali Galip firması, ayakta kalmayı başarmış…
Şöyle devam ediyor Mustafa Bey: “İzmir’in en ünlü simaları, Elhamra ve Konak Sineması’nda film başlamadan önce buraya gelirlermiş. Sinema çıkışında da oturanlar olduğu için pastane o yıllarda 11.30’a kadar açık olurmuş.” Uzun yıllar boyunca pastaneye gelen ünlüler arasında Adnan ve Berrin Menderes dikkat çekiyor. Adnan ve Berrin Menderes ilk olarak bu pastanede tanıştırılmışlar. Binanın dâhil olduğu adanın Berrin Hanım’ın ailesi Evliyazadeler’e ait olduğunu öğreniyoruz. “Tanju Okan bir dönem bu mekâna sürekli gelen ünlülerdendi. Perran Kutman ve Müjdat Gezen de İzmir’e geldiklerinde buraya mutlaka uğrarlardı. Yıldız Kenter, badem ezmesi almaya gelirdi. Tiyatrocu Sururilerin hepsi, başta Gülriz Sururi olmak üzere buraya gelirlerdi.” diye anlatıyor Mustafa Bey. Bu arada ünlü aktörlerden Turgut Özatay ve Yusuf Sezgin’in burada çalışmış olduklarını öğreniyoruz. “1974’te Turgut Özatay geldi, babamın elini öptü. ‘Babana iyi bakıyor musun ?’ diye sordu bana. Onun meşhur olduğunu babama söylediğimde, ‘çırakken çok fiskemi yedi.’ dedi. Epeyce şaşırmıştım. Yusuf Sezgin, Kahramanlar semtinin çocuğuydu. Babam ‘tembel olduğu için o da çok fiske yedi.’ dedi ayrıca.” diye anlatan Mustafa Bey, insanların günümüzde günlük, hatta saatlik yaşadığını belirterek şöyle devam ediyor: “Eskiden bir pastane keyfi, pastane kültürü vardı. Şimdi öyle değil. O yıllarda anlayış farklıydı. Kemeraltı’nın insanları efsane oldu. Günümüzde büyük alışveriş merkezlerindeki modern kafelere gitmeyi tercih ediyor insanlar.”
“Ali Galip Pastanesi’nin meşhur mamulleri arasında, badem kurabiyesi, limonata, supangle en ünlüleri. Kırma çikolata, şemsiye çikolata… gibi ürünler nostalji yaşatmaktadır.” diyen Mustafa Bey, kaliteyi korumak adına birçok ayrıntıya çok eskiden beri dikkat ettiklerini, bunun firmanın başta gelen ilkesi olduğunu belirtiyor. “Malzemenin iyisi kullanılmakta. İnsanlar buraya güvenle gelebilir. Lezzetten ödün vermemek için antepfıstığının iç kabuğunu bile çıkarıyoruz.” diyor.
Esnaflar arsındaki diyalog açısından, günümüzde eski durumun kalmadığını öğreniyoruz. Çünkü çevrede bulunan bütün eski esnaflar birer birer dükkânlarını kapatmışlar: “Karakaş, Nermin, Çatalkaya, Mustafa Şık gibi mağazalar kalmadı. Altın Damlası kolonyasıyla ünlü S. Ferit Eczacıbaşı’nın mağazası da yok artık. Eski komşuluk da yok. Yan tarafımız simit sarayı oldu. Öteki taraf da banka binası.” diyerek duygularını dile getiren Mustafa Bey’e 110. Yıl için neler planlandığını sorduğumuzda şu yanıtı aldık: “110. Yılda bir şenlik düşünüyoruz. Tarihsel havayı yaşatan bir dekorasyon da projelerimiz arasında.”
Kemeraltı’nın büyük alışveriş merkezleri açılınca zayıfladığını söylüyor Mustafa Bey. Ancak, onun yeğeni olan, firmanın genç kuşak temsilcisi Mert Bey ise “Kemeraltı ölmez aslında.” sözüyle dile getirdi düşüncesini. Çeşitli restorasyon ve düzenleme çalışmalarıyla eski ile yeninin uyum ve denge içinde yaşayabileceğine, Kemeraltı’nın eski havasına yeniden kavuşabileceğine inanan ve gençliğin umudunu taşıyan bu yeni kuşak temsilcisinin de çalışmalarıyla, firmanın daha uzun yıllar İzmir kentine hizmet sunacağından eminiz.
Hülya SOYŞEKERCİ
hulyasoysekerci@yahoo.com
İZMİT TARİH VE TOPLUM DERGİSİ 2. SAYIDA (EYLÜL 2008) yayımlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder