21 Ocak 2009 Çarşamba


KARİN KARAKAŞLI’DAN BİR GENÇLİK ROMANI
“AY DENİZLE BULUŞUNCA”

Kitabın Künyesi:
(Ay Denizle Buluşunca, Karin Karakaşlı, gençlik romanı, Günışığı Kitaplığı, 120 s.)

Gençlik; sıra dışı, farklı ve özgün bir yaşam dönemidir. Bu yaşam döneminde çocukluktan bedensel olarak sıyrılan genç, ruhsal anlamda da gelişmekte, içinde derin çalkantılar ve çelişkiler yaşamaktadır. Büyümek, doğum gibi sancılarla gerçekleşen bir süreçtir. Bu sancılar gencin iç dünyasını alt üst eder. Bir arayış ve yaşamı keşfetme dönemi olan gençlik çağında, ‘birey’ olmanın zorlu yolculuğu başlar. Özellikle ilk gençlik, tam anlamıyla yoğun ve karmaşık yaşantılar dönemidir. Gençlikte ruh halleri çelişkiler üzerine kuruludur. İlk aşkla kendilerinden geçenler, ufak bir konuda öfkeyle parlayıp tepki gösterenler, gereğinden fazla gözü pek olanlar, barışa kucak açarken şiddete yönelenler… çoktur bu dönem içinde. Gençlik, duyguların yoğun yaşandığı ve abartılı yansıtıldığı, oldukça tepkisel bir dönemdir.
Birçok konuda kalıpları aşmak istemesi ve yaratıcılığı öncelemesi, gençliğin belki de en güzel yönüdür. Gençliğin olaylara yüzeysel bakmayıp her şeyi sorgulaması, irdelemesi, kendisine dayatılan şablon ve kuralları kabullenmemesi, itaatsizliği düstur edinmesi yönüyle eğitimcileri zorluyor oluşu ne kadar gerçekse, gençliğe seslenen romanlar ve öyküler yazan yazarlar açısından da gençlerin kolay bir okur kitlesi olmadığı o kadar gerçektir. Metnin içinde verilen öğütler, iletilen mesajlar, kolay ikna olmayan, hemen kabullenmeyen ve sunulanları zor beğenen genç kuşağa seslenememe riski taşırlar. Gençlik edebiyatı ile uğraşmak, bu nedenlerle oldukça zor ve sorumluluk gerektiren alanlardan biridir. Eğitim sisteminin dışında kalma korkusu, bazen yazarları didaktik eserler vermeye zorlamaktadır. Didaktik yapıtlar, aslında gençlerin çok uzağında kalırlar. Bir yazarın gençliğe seslenebilen yapıtlar yazması için gençlerin dünyasını iyi tanıması, bu dönemin çalkantılarını yüreğinin içinde duyumsaması gerekir bence. Böylece yazar, duygudaşlık ve gözlem gücüyle, ergen ve genç psikolojisinin derinliklerine ulaşarak o zorlu dünyaya seslenebilen yapıtlar üretebilir; bu yapıtlar yoluyla gence yeni ufuklar açabilir.
Karin Karakaşlı’nın kaleminden okuduğumuz Ay Denizle Buluşunca adlı roman, gençlik edebiyatı açısından son günlerin en dikkate değer yapıtlarından biri olarak ilgi uyandırıyor. Didaktik unsurlardan arınmış olarak; gencin dünyasına ‘içeriden’ bakan; doğru/dan bakış açısıyla oluşturulan romanda, birçok gencin kendi yaşantılarını bulabileceği konuların ele alındığına, işlendiğine tanık oluyoruz.
Annesini henüz on yaşındayken kaybeden ve ona dört yıl boyunca özlemle, sürekli ‘gönderilmemiş mektuplar’ yazan Deniz, yalnızlığı, kırılganlığı ve mutsuzluğu içselleştirmiş, bu mektuplarla yaşama tutunmaya çalışan, ergenlik döneminde bir gençtir. Babasının İdil ile evlenmesi üzerine iyice kabuğuna çekilen Deniz, okul dönemlerinde, uzak bir ilde oturan teyzesi ve eniştesiyle birlikte yaşamayı yeğlemiştir. Aslında gerçeklerden ve kendisinden kaçış halindedir. Deniz bu durumla tam anlamıyla yüzleşemez; sürekli kaçar, annesine yazdığı mektuplara ve eğitimini gördüğü piyanosuna sığınır. Yaz tatillerinde baba evine gitmek, onun için çok sıkıcıdır ve kurtulamadığı bir kâbus gibidir. Çünkü orada sadece ‘efendim’ diye seslendiği, kibar ama soğuk bir mesafeyle kendinden uzak tuttuğu; asla annesinin yerini alamayacağı için hiç şansı olmayan ‘üvey annesi’ vardır. İdil, masallardaki, romanlardaki üvey anne klişelerinden farklı; Deniz’le dost olmak, onunla iletişim kurmak için uğraşan, kendisi de küçük yaşlarda öksüz kaldığı için bu karanlık boşluğu derinden yaşayan, iyi niyetli, sabırlı, sakin bir eğitimcidir. Deniz’e, asla annesinin yerini almak istemediğini birçok kez sözsel ya da davranışsal olarak ifade etmesine karşın, onun ruhunun kapısını bir türlü aralayamaz. Ne yapsa boşunadır… İçin için ağlar İdil; duvarlarla konuşur mutfakta. Babası Deniz’in bu dönemi atlatacağına inanır; sadece sabretmeleri gerektiğini söyleyip anlayışla yaklaşır her duruma. Deniz’in annesinin düzenini yansıtan evi bırakıp, yeni bir düzen oluşturmak üzere başka bir semtteki yeni evlerine taşınmışlardır. Bu karar oybirliğiyle alınmıştır; çünkü evin her köşesinde annenin boşluğu duyumsanmaktadır. Deniz, o yaz yeni evlerine geldiğinde, kendi odasının duvarlarında, daha önce olduğu gibi, annesinin yaptığı resimleri görür. Evin bir köşesinde annesinin fotoğrafları ve ona ait bazı eşyalar vardır yine. İdil Hanım, ölmüş annenin anısına saygı gösterir. Ancak, ne kadar çırpınsa boşunadır; karşısında kendisini sımsıkı kapatmış, duvar gibi ilgisiz ve soğuk bir genç vardır ne yazık ki…
Karşı evlerden birinde oturan Aykızı, daha Deniz gelmeden İdil ile güzel bir dostluk kurmuş, dışa dönük, sevecen, düşlerle dolu, hassas ve ince ruhlu bir genç kızdır. O da kendisi doğmadan önce, “Adı Aykızı olsun” diye vasiyet ederek hayata gözlerini yuman Zeliha teyzesinin hayaliyle doludur. Sürekli ayın ışıklarını seyrettiği anlatılan teyzesinin anısıyla, sık sık ay ışıklarıyla konuşur; geceleri ay’la konuştuğunda teyzesinin kendisini duyduğuna/duyumsadığına inanır. Dertlerini, üzüntülerini ay’la paylaşır… Ve bir gün Aykızı, İdil’i ziyarete gittiğinde yaşıtı Deniz’le karşılaşır; çok iyi arkadaş olurlar. İkisi de farklı, kırılgan, sıra dışı, düş gücü gelişkin iki gençtir. Birbirlerini buluşturan ortak noktaları hemen keşfederler. Deniz, annesine yazdığı mektuplardan söz eder; Aykızı da geceleri ay’la konuşarak teyzesiyle iletişim kurduğundan… Bu noktada, iki gencin ölüm karşısındaki tutumlarında benzerlikler dikkati çekiyor. Düşlere sığınarak, mektuplara, ay ışığına tutunarak yaşamaktır bu; ölümle iletişim kurmaktır düşler yoluyla… Deniz ve Aykızı, ilk aşkın yürek kıpırtılarının da eşlik ettiği arkadaşlıklarında zorlu ve çetin dönemler atlatırlar. İdil’in, ruhunu kendisine sımsıkı kapatan ‘oğlu’ Deniz’le iletişim kurup kuramayacağını merak duygusuyla ilerleyen sayfalarda okuyoruz…
İlk gençlik psikolojisini iyi gözetiyor Karin Karakaşlı; romanındaki gençlerin dünyasına, hassas kaleminin açtığı derin ruhsal bir kanaldan girebiliyor. Çağımızın sorunu olan iletişimsizliğin altını çizen yazar, aile içinde, çevrede ve okul ortamında yaşanan asıl sorunun iletişim eksikliği olduğunu, romanın kurgusal yapısı içinde duyumsatıyor. Yazar, gençliğin ilgi alanlarını, iç çelişkilerini, duygusal iniş çıkışlarını, masum aşklarını, yaz heyecanlarını… dile getirirken; hemen herkesin yaşadığı ‘büyümenin tarihi’ni okuyoruz bir taraftan da. Üvey anne klişesini yazınsal anlamda kıran yazar, bu klişenin ‘zor çocuk’ Deniz’in zihninde kırılıp kırılamayacağı sorusunun yanıtını, sürükleyen anlatımı içinde dillendiriyor.
Ay Denizle Buluşunca’da metaforların kullanımı dikkati çekiyor. Kitabın başlığı, iki gencin (Aykızı ve Deniz) buluşmasını anlattığı kadar, yaz günlerine, gençlik aşklarının romantizmine de göndermede bulunuyor.
Ay Denizle Buluşunca, bir roman olarak üç farklı bakış açısıyla yazılmış olmasıyla da ilgi uyandırıyor. Birinci bakış açısı; anlatıcının dile getirdiklerini oluşturan 3. Tekil kişi anlatımı. Bu bakış açısının romanda pek ağırlıklı olmadığı gözlemleniyor. İkinci bakış açısı, Aykızı’nın ben-öyküsel (1.Tekil kişi anlatımı) ile kendi iç dünyasını, kırılmalarını, pişmanlıklarını ve yaşadığı olayları dile getirdiği anlatımlar. Üçüncü bakış açısı ise Deniz’in annesine yazmış olduğu ‘gönderilmemiş mektuplar’. Bu mektupları okurken gencin içindeki o bunalıma, karanlığa, çelişkilere, duygu kaosuna yakından tanık oluyoruz. İdil’den, ‘İdil Hanım’ diye bahsediyor annesine. Defter sayfalarına el yazısıyla yazılmış mektupların, yaratıcı bir görsel/grafik tasarımla fotokopisi alınarak kitap sayfalarına yerleştirilmiş olması, bence genç okurlar açısından heyecan verici, sıra dışı bir okuma deneyimi oluyor. Mektupların bu şekilde tasarımı, hem yazılanları daha inandırıcı kılıyor hem de Deniz’in el yazısının ve naif çizimlerinin (çöp adamlar, notalar, sol anahtarı, şimşekler, kuşlar, ağaçlar…) içtenlik rüzgârlarını estiriyor sayfaların üzerinde. Sanki Deniz’in gizli dünyasına girmiş gibi bir heyecan yaratıyor okurda. Deniz’in annesine yazılmamış iki mektubu da var; hem yazılmamış, hem gönderilmemiş… Çok hastalandığı günler boyunca, eline defterini kalemini alacak gücü bulamayan Deniz’in yazılmamış mektupları… Bunları da ayrıca okuyoruz. Bütün bu farklı anlatımlar, değişik yazı stilleriyle birbirinden ayrılarak okura kolaylık sağlanmış; böylece romanda hangi karakterin neleri anlattığı birbirine karışmamış. Gençlik romanında yaş düzeyine uygun yaklaşımlar da önemlidir; burada okuma/anlama yönündeki biçimsel/görsel düzenlemelerin, kitabın ‘gençlik romanı düzeyi’ni olumladığı da görülüyor.
Romanda birbirinden farklı üç anlatıcının olması dolayısıyla, olayların birbiri içinde sürmesi, zamanların birbiriyle sarmaşması, romana gençlerin hoşuna gidecek bir deneysellik kazandırıyor. Bu zaman sarmaşmasının, sinema kurgularını anımsatan bir teknikle verilmesi nedeniyle, gençlerin görsel-sinemasal kurgu dünyalarına hiç yabancı olmadığını da belirtebiliriz.
Karin Karakaşlı, başarılı bir gençlik romanı yazmış; diliyle, anlatımıyla, bakış açısıyla, tutum ve tarzıyla, enteresan görsel öğelerin gençlere uygun kullanımıyla… Gençleri yakından tanıyan bir yazarın kitabıyla buluştuğumuzu düşünüyorum. Yüreğinin sevgi kapılarını açan yazar, anlayış ve seziş gücünün de aracılığıyla gençlerin dünyasını yapıtının sayfalarına aktarabiliyor ve genç okurlara keyifli okuma yaşantıları sunuyor.
Hülya SOYŞEKERCİ

9.11.2008 Taraf



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder