
(“Aynalı Göl”, Ferda İzbudak Akıncı, öyküler, Everest Yayınları, 112 sayfa, 8 TL)
Öyküye uzun yıllar emek veren ve bu türde başarılı yapıtlara imzasını atan Ferda İzbudak Akıncı’nın yeni öykü kitabının adı Aynalı Göl. Yaşamın canlı renklerinin yansımalarını içeren öyküler bütünüyle karşılaşıyoruz Aynalı Göl’de. Yayımlanmamış dosya olarak 2005 Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda birincilik ödülünü alan yapıtta, yazarın Orhan Kemal çizgisinde ilerlerken aynı zamanda yeni yaratımlar ve farklı kurgu tekniklerini denemesi dikkat çekiyor. Bütün öykülerinde bireyin toplumdan ayrı bir varlık olmadığının bilinciyle hareket eden yazar, yarattığı öykü kahramanlarını ait oldukları toplumsal çevre ve toplumsal ilişkiler sistemi içindeki yerine oturtuyor öncelikle. Birey-toplum dengesini öykü metnine sindirdikten sonra öykü kişilerinin kendine özgü bireysel gerçekliklerini ortaya koyuyor. Bu gerçeklikler, belirli bir olayın ya da durumun odağında can buluyor. Öykülerdeki olay ya da durumlardaki toplumsallık bağlamında insan halleri, zengin, akıcı ve şiirsel bir anlatımla dile getiriliyor. Öykülerde imgeli- şiirsel dilin yarattığı canlı betimlemeler okuyanların mekân algılarını genişletirken, öykü kişilerinin metnin atmosferinde soluk aldıkları, insan sıcaklığı taşıdıkları görülüyor. Yer yer diyaloglarla örülen öykülerde konuşmaların doğallığı ve canlılığı, onları kendimize yakın kılıyor; yaşamdan beslenen ve yine yaşama dönerek onu zenginleştiren öyküler okuyoruz. Okuma yolculuğu boyunca, kendi insanımıza ve toplumumuza ait birçok gerçeğin öykü sanatına dönüştürülmüş çelişkili bütünlüğünün Aynalı Göl’e yansıdığına tanık oluyoruz. Bu tanıklık, kitabın öykülerinden ‘edebiyat tadı’ almayı da kapsıyor.
Yarasalar, İzmir’in ‘göl suları gibi sığ ve kıpırtısız’ bir semtinde geçiyor. Yoksul sokaklardan kentin sahte ışıltılı semtlerindeki uyuşturucu ve fuhuş tuzaklarına düşen üç genç kızının acısını, mahalledeki kilisenin zangocuyla paylaşan bir annedir Elmas. Zamanı donduran bir dostluk vardır Elmas ile Dimitri’nin arasında. Sanki kızlar hep çocukmuş gibi anlatır eski günleri Elmas. Kenardaki yoksul insanların ilişkilerini, mahalle baskısı ve dedikodu çarkını, her şeye karşın yaşamın sürekliliğini dile getiriyor yazar. Orhan Kemal’in dünyasında bir mahalledeymiş izlenimi uyanıyor okurda. Yazar, bunu, ustaya selam gönderen tutumuyla, bilinçli bir dikkat ve farkındalıkla gerçekleştiriyor.
Kitaba adını veren Aynalı Göl, Nehir’in Göl’e kavuşmasını anlatıyor. Bu kavuşma, ölümü içeren bir metafordur aynı zamanda. Amansız hastalığın pençesinde ölümüne az zaman kalan Nehir, Aynalı Göl’ün kıyısına; doğup büyüdüğü topraklarda ölmeye gelir. Yeşilırmak’la Nehir’i özdeşleştiren cümleler okuyoruz: “Böylece yola yalnız çıkar görünmüştün. Aslında nasıl da kalabalıktın. Gürül gürül bir ırmak akıyordu usundan… Yaşamına binlerce yaşamı katmış, büyüyerek gidiyordun. Yükünü çekmek zordu aslında, yine de sen onların hepsini birden istiyordun.” Paragraflar boyunca, anlatıcının ‘sen’ söylemli sesi, yazardan bağımsız bir ses olarak kendini ifade ediyor. Yazar da bir öykü kişisi olarak metne dâhil oluyor Aynalı Göl’de. Nehir’in Aynalı Göl’e gitmesi, onun geçmişe, çocukluğuna yaptığı yolculuğu da kapsamaktadır. Metinde bir yandan da Nehir’in sevgilisi Sıla’nın öyküsü sürer yazarın bakış açısından. ‘Sen’ söylemiyle konuşan anlatıcılardan birinin Sıla; ötekinin de metne katılan yazar olduğunu anlarız okudukça. Aynalı Göl, zamansal katmanlardan oluşan yolculuklar öyküsüdür. Şubatta Nehir’in Aynalı Göl’e gelişi birinci yolculuk (Sıla’nın bakışından), baharda Sıla’nın Göl’e gidişi ikinci yolculuk (yazarın bakışından), ve asıl öykü zamanını oluşturan, yazarla Sıla’nın Aynalı Göl’e gidip Nehir’in izini sürmeleri.(Sıla’nın bakışından) Öykünün asıl anlatıcısı konumundaki Sıla, yazara tavırlıdır biraz da: “Yazarın konuşulmayanları bile yazanlardan oluşu” ürkütücü gelir ona. Bazen yazar seslenir Sıla’ya. Ölmeye gelen Nehir, öykünün sonunda asıl adına kavuşur: Yabat. Aynalı Göl, kurgusal denemeleri, etkileyici doğa betimlemeleri, şiirsel dili ile kitabın odağında yer alan öykü. Yazarın öykü mekânı olarak Yeşilırmak’ın döküldüğü gölün kenarında bir köyü seçmesi, öteki öykülerin arka planını oluşturan İzmir fotoğrafından ayrıksı bir durum sergiliyor; bu seçim, öykü atmosferine farklı ve gizemli bir özellik kazandırıyor. Aynalı Göl öyküsünde toplumsal çelişkilerden çok, insan ruhunun gizemli labirentlerinde yolculuğa çıkıyoruz. Bu içsel yolculuğu da dikkate aldığımızda Aynalı Göl’ün birbiri içinde ilerleyen kurgusal-kırılmalı zamanlarda dört ayrı yolculuktan oluştuğunu söyleyebiliriz. Gölde son bulan yaşam ırmağı, farklı farklı zamanlarda akmaktadır, aynı ırmakta iki kez yıkanamayacağımızı yeniden anlarız; çünkü hep başka sulardır akıp giden…
Yeniden Başlamak öyküsünde insanımızın güncel ekonomik sıkıntılarını, işsizlik, yoksulluk, borçlanma… gibi toplumsal olguları okumaktayız. Ete kemiğe bürünmüş canlı karakterler, yaşamdan yansıyan güçle yer alıyorlar öykünün sözsel evreninde. Maskeler’de köyden kente gelen saf ve doğal bir insanın kente uyum sıkıntısını okuyoruz; içtenliği kent yaşamına uymuyor, çünkü kent, maskeli insanlarla dolu. Kırsala dönmeye çalıştığında oralara da uyum sağlamadığını görüyor. Bu arada kalmışlık yaşantısı, onun içtenlikli yüreğinde derin bir kırılma yaratmış durumda. Sonuçta o da maskeli biri oluyor ama yazarlar, maskeleri söküp atan kişiler olduğu için burada da yazar metne dâhil olarak, kurmaca ile gerçekliği buluşturuyor. Sabaha Karşı adlı öykü atmosferiyle dikkat çekiyor. Dışarıda kar fırtınası eserken işçi aileleri üzerinde yoksulluk fırtınası eser. Burada ‘gece’ metaforuyla zorlu günler anlatılırken, öykünün adındaki ‘sabaha karşı’ ifadesi, zorlukların sona ereceği umudunu vermektedir. İşçilerin grevle fırtına gibi esmeleri İlya Ehrenburg’un Fırtına’sını çağrıştırırken, umudun vurgulanması Orhan Kemal’in ‘Aydınlık Gerçekçiliği’ni anımsatır.
Kokinalar’da çalışan kadınlara yönelik cinsel taciz, öksüz bir kızın sevgisiz dünyası ve onun iş yaşamındaki yükselişi bağlamında anlatılıyor. Yazar, öykü kahramanını Alsancak’ta çiçek alırken görüyor. Aslında öykü burada başlıyor yazarın zihninde. Kurmaca ile gerçekliğin buluşması ilgi uyandırıyor. Gecenin Kırılma Noktası da gece metaforuna yaslanan ve umudun kapılarını zorlayan bir öykü. Üçlü kurgu yapısıyla, birbirine çok yakın oturan üç ayrı insanın dünyalarına ışık tutuluyor. Hey Gidi Günler’de otobüs içinden yaşama bakan insanların yaşantılarını gözlemlerken, önceki öykü kahramanlarından bazılarının akıbetini bu öykü içinde okumaktayız. Hüzünlü Menekşe de önceki üçlü kurgudan doğan bir öykü. Yüzlerdeki İzler, kitabın final öyküsü olarak dikkati çekiyor; kitaptaki bütün öykü kişileri bu öyküde yer alıyor; öykü kurgusu içinde bir araya geliyorlar. Yazarla birlikte, ’gece’nin simgelediği toplumsal çürümenin, acının ve yoksulluğun kırılma noktasını zorluyorlar; sabah yakındır…
Yaşamın zorlu, karanlık yüzünün umuda ve aydınlığa dönüşümünü, canlı karakterlerle, öykünün yazınsal tadıyla duyumsatan Aynalı Göl’deki öyküler, insanımızın dünyasına yabancı olmayan okurlar açısından gerçek bir edebiyat şöleni…
Hülya SOYŞEKERCİ
hulyasoysekerci@yahoo.com
RADİKAL KİTAP EKİ (20.03.2009 tarihinde yayımlandı.)
Öyküye uzun yıllar emek veren ve bu türde başarılı yapıtlara imzasını atan Ferda İzbudak Akıncı’nın yeni öykü kitabının adı Aynalı Göl. Yaşamın canlı renklerinin yansımalarını içeren öyküler bütünüyle karşılaşıyoruz Aynalı Göl’de. Yayımlanmamış dosya olarak 2005 Orhan Kemal Öykü Yarışması’nda birincilik ödülünü alan yapıtta, yazarın Orhan Kemal çizgisinde ilerlerken aynı zamanda yeni yaratımlar ve farklı kurgu tekniklerini denemesi dikkat çekiyor. Bütün öykülerinde bireyin toplumdan ayrı bir varlık olmadığının bilinciyle hareket eden yazar, yarattığı öykü kahramanlarını ait oldukları toplumsal çevre ve toplumsal ilişkiler sistemi içindeki yerine oturtuyor öncelikle. Birey-toplum dengesini öykü metnine sindirdikten sonra öykü kişilerinin kendine özgü bireysel gerçekliklerini ortaya koyuyor. Bu gerçeklikler, belirli bir olayın ya da durumun odağında can buluyor. Öykülerdeki olay ya da durumlardaki toplumsallık bağlamında insan halleri, zengin, akıcı ve şiirsel bir anlatımla dile getiriliyor. Öykülerde imgeli- şiirsel dilin yarattığı canlı betimlemeler okuyanların mekân algılarını genişletirken, öykü kişilerinin metnin atmosferinde soluk aldıkları, insan sıcaklığı taşıdıkları görülüyor. Yer yer diyaloglarla örülen öykülerde konuşmaların doğallığı ve canlılığı, onları kendimize yakın kılıyor; yaşamdan beslenen ve yine yaşama dönerek onu zenginleştiren öyküler okuyoruz. Okuma yolculuğu boyunca, kendi insanımıza ve toplumumuza ait birçok gerçeğin öykü sanatına dönüştürülmüş çelişkili bütünlüğünün Aynalı Göl’e yansıdığına tanık oluyoruz. Bu tanıklık, kitabın öykülerinden ‘edebiyat tadı’ almayı da kapsıyor.
Yarasalar, İzmir’in ‘göl suları gibi sığ ve kıpırtısız’ bir semtinde geçiyor. Yoksul sokaklardan kentin sahte ışıltılı semtlerindeki uyuşturucu ve fuhuş tuzaklarına düşen üç genç kızının acısını, mahalledeki kilisenin zangocuyla paylaşan bir annedir Elmas. Zamanı donduran bir dostluk vardır Elmas ile Dimitri’nin arasında. Sanki kızlar hep çocukmuş gibi anlatır eski günleri Elmas. Kenardaki yoksul insanların ilişkilerini, mahalle baskısı ve dedikodu çarkını, her şeye karşın yaşamın sürekliliğini dile getiriyor yazar. Orhan Kemal’in dünyasında bir mahalledeymiş izlenimi uyanıyor okurda. Yazar, bunu, ustaya selam gönderen tutumuyla, bilinçli bir dikkat ve farkındalıkla gerçekleştiriyor.
Kitaba adını veren Aynalı Göl, Nehir’in Göl’e kavuşmasını anlatıyor. Bu kavuşma, ölümü içeren bir metafordur aynı zamanda. Amansız hastalığın pençesinde ölümüne az zaman kalan Nehir, Aynalı Göl’ün kıyısına; doğup büyüdüğü topraklarda ölmeye gelir. Yeşilırmak’la Nehir’i özdeşleştiren cümleler okuyoruz: “Böylece yola yalnız çıkar görünmüştün. Aslında nasıl da kalabalıktın. Gürül gürül bir ırmak akıyordu usundan… Yaşamına binlerce yaşamı katmış, büyüyerek gidiyordun. Yükünü çekmek zordu aslında, yine de sen onların hepsini birden istiyordun.” Paragraflar boyunca, anlatıcının ‘sen’ söylemli sesi, yazardan bağımsız bir ses olarak kendini ifade ediyor. Yazar da bir öykü kişisi olarak metne dâhil oluyor Aynalı Göl’de. Nehir’in Aynalı Göl’e gitmesi, onun geçmişe, çocukluğuna yaptığı yolculuğu da kapsamaktadır. Metinde bir yandan da Nehir’in sevgilisi Sıla’nın öyküsü sürer yazarın bakış açısından. ‘Sen’ söylemiyle konuşan anlatıcılardan birinin Sıla; ötekinin de metne katılan yazar olduğunu anlarız okudukça. Aynalı Göl, zamansal katmanlardan oluşan yolculuklar öyküsüdür. Şubatta Nehir’in Aynalı Göl’e gelişi birinci yolculuk (Sıla’nın bakışından), baharda Sıla’nın Göl’e gidişi ikinci yolculuk (yazarın bakışından), ve asıl öykü zamanını oluşturan, yazarla Sıla’nın Aynalı Göl’e gidip Nehir’in izini sürmeleri.(Sıla’nın bakışından) Öykünün asıl anlatıcısı konumundaki Sıla, yazara tavırlıdır biraz da: “Yazarın konuşulmayanları bile yazanlardan oluşu” ürkütücü gelir ona. Bazen yazar seslenir Sıla’ya. Ölmeye gelen Nehir, öykünün sonunda asıl adına kavuşur: Yabat. Aynalı Göl, kurgusal denemeleri, etkileyici doğa betimlemeleri, şiirsel dili ile kitabın odağında yer alan öykü. Yazarın öykü mekânı olarak Yeşilırmak’ın döküldüğü gölün kenarında bir köyü seçmesi, öteki öykülerin arka planını oluşturan İzmir fotoğrafından ayrıksı bir durum sergiliyor; bu seçim, öykü atmosferine farklı ve gizemli bir özellik kazandırıyor. Aynalı Göl öyküsünde toplumsal çelişkilerden çok, insan ruhunun gizemli labirentlerinde yolculuğa çıkıyoruz. Bu içsel yolculuğu da dikkate aldığımızda Aynalı Göl’ün birbiri içinde ilerleyen kurgusal-kırılmalı zamanlarda dört ayrı yolculuktan oluştuğunu söyleyebiliriz. Gölde son bulan yaşam ırmağı, farklı farklı zamanlarda akmaktadır, aynı ırmakta iki kez yıkanamayacağımızı yeniden anlarız; çünkü hep başka sulardır akıp giden…
Yeniden Başlamak öyküsünde insanımızın güncel ekonomik sıkıntılarını, işsizlik, yoksulluk, borçlanma… gibi toplumsal olguları okumaktayız. Ete kemiğe bürünmüş canlı karakterler, yaşamdan yansıyan güçle yer alıyorlar öykünün sözsel evreninde. Maskeler’de köyden kente gelen saf ve doğal bir insanın kente uyum sıkıntısını okuyoruz; içtenliği kent yaşamına uymuyor, çünkü kent, maskeli insanlarla dolu. Kırsala dönmeye çalıştığında oralara da uyum sağlamadığını görüyor. Bu arada kalmışlık yaşantısı, onun içtenlikli yüreğinde derin bir kırılma yaratmış durumda. Sonuçta o da maskeli biri oluyor ama yazarlar, maskeleri söküp atan kişiler olduğu için burada da yazar metne dâhil olarak, kurmaca ile gerçekliği buluşturuyor. Sabaha Karşı adlı öykü atmosferiyle dikkat çekiyor. Dışarıda kar fırtınası eserken işçi aileleri üzerinde yoksulluk fırtınası eser. Burada ‘gece’ metaforuyla zorlu günler anlatılırken, öykünün adındaki ‘sabaha karşı’ ifadesi, zorlukların sona ereceği umudunu vermektedir. İşçilerin grevle fırtına gibi esmeleri İlya Ehrenburg’un Fırtına’sını çağrıştırırken, umudun vurgulanması Orhan Kemal’in ‘Aydınlık Gerçekçiliği’ni anımsatır.
Kokinalar’da çalışan kadınlara yönelik cinsel taciz, öksüz bir kızın sevgisiz dünyası ve onun iş yaşamındaki yükselişi bağlamında anlatılıyor. Yazar, öykü kahramanını Alsancak’ta çiçek alırken görüyor. Aslında öykü burada başlıyor yazarın zihninde. Kurmaca ile gerçekliğin buluşması ilgi uyandırıyor. Gecenin Kırılma Noktası da gece metaforuna yaslanan ve umudun kapılarını zorlayan bir öykü. Üçlü kurgu yapısıyla, birbirine çok yakın oturan üç ayrı insanın dünyalarına ışık tutuluyor. Hey Gidi Günler’de otobüs içinden yaşama bakan insanların yaşantılarını gözlemlerken, önceki öykü kahramanlarından bazılarının akıbetini bu öykü içinde okumaktayız. Hüzünlü Menekşe de önceki üçlü kurgudan doğan bir öykü. Yüzlerdeki İzler, kitabın final öyküsü olarak dikkati çekiyor; kitaptaki bütün öykü kişileri bu öyküde yer alıyor; öykü kurgusu içinde bir araya geliyorlar. Yazarla birlikte, ’gece’nin simgelediği toplumsal çürümenin, acının ve yoksulluğun kırılma noktasını zorluyorlar; sabah yakındır…
Yaşamın zorlu, karanlık yüzünün umuda ve aydınlığa dönüşümünü, canlı karakterlerle, öykünün yazınsal tadıyla duyumsatan Aynalı Göl’deki öyküler, insanımızın dünyasına yabancı olmayan okurlar açısından gerçek bir edebiyat şöleni…
Hülya SOYŞEKERCİ
hulyasoysekerci@yahoo.com
RADİKAL KİTAP EKİ (20.03.2009 tarihinde yayımlandı.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder