13 Mart 2009 Cuma








KLASİKLERİN OKUNMA SÜRECİ ÜZERİNE
(eğitim açısından)

Yüzyıllardan bu yana okullarda, çeşitli eğitim kurumlarında, aile içindeki okumalarda klasiklerin belirli bir önemi ve değeri olduğu anlayışı süregelmiş ve çocuklarla gençlerin eğitiminde klasik yapıtlar her zaman için ön plana alınmıştır. Bu durum, ülkemizdeki ve dünyadaki eğitim ve okuma ilişkisinin buluştuğu ortak bir zemindir.
Bacon bu konuda şöyle der: “Edebiyatta en eski yapıtları, bilimde ise en yeni yapıtları okumak gerekir.” Aktardığım sözün işaret ettiği gerçek; edebiyatta klasiklerin vazgeçilmez yapıtlar olduğu ve yazınsal okumalarda klasik yapıtların öncelenmesinin gerekliliğidir. Klasikler, akıp giden zaman içinde kalıcı izler bırakabilmiş, tüm insanlığa seslenen ve insanlığın temel değerlerini işleyen, geleceğe kalma olasılığı yüksek yapıtlardır. Edebiyatta bu yapıtların kaynağı Klasisizm akımıdır. Klasisizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik ve görkemliliktir. Bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasisizm, gücünü yeni versiyonlara açık oluşundan (sinema, fotoğraf, çizgi film…), eğiticiliğinden ve erdeme, değerlere dayanmasından alır. Italo Calvino’nun, ünlü “Klasikleri Niçin Okumalıyız?” başlıklı yapıtında belirttiği gibi, klasikleri şöyle tanımlamak, açıklayıcı nitelikte olacaktır: “İnsanların daima ‘tekrar okuyorum’ dediği fakat asla ‘okuyorum’ demediği yapıtlar. Çünkü her klasik, okur için bir ‘yeniden okuma’dır.”
Klasik adlandırmasının kaynağında bulunan “classe” sözcüğü hem “birinci sınıf yapıt” oldukları sezgisini hem de bu yapıtların okullarda (sınıflarda) okunmasının uygunluğunu da içinde barındırmaktadır. Dünya klasikleri terimi Goethe’nin “Weltliteratur” (dünya edebiyatı) kavramına dayanmaktadır. Hocası Herder ise “Volkslieder”den söz eder. Bu söz halk edebiyatını değil, halkların edebiyatını işaret eder ve çok çeşitli ulusların edebiyatlarından örnekleri kapsar. Bu bağlamda düşünüldüğünde, klasik yapıtların nüvesini “evrensellik” oluşturmaktadır.
Edebiyatta sınırları aşmak, evrenselliğe açılmak; düşünce ufuklarını genişletmek anlamına gelir. Bu durum, eğitimde önemli bir aşamadır. Yalnızca kendi kültürüyle sınırlı kalmayan, başka kültür ve edebiyat yapıtlarına açılabilen bireyler, hem insanın özünü kavramada hem de hoşgörü ve barış ideallerine yaklaşmada daha başarılı olurlar. Prof Gürsel Aytaç’ın klasiklere dair bir yazısında belirttiği gibi “ Edebiyat, dünya görüşlerini, hayat felsefelerini soyut bilgiler olarak değil, ete kemiğe bürünmüş ‘canlandırılmış’ şekliyle sunar. Bu bakımdan edebiyat, Doğu’suyla Batı’sıyla ve klasikleri esas alarak eğitim öğretim sisteminde yer almalıdır. Bu, bir bakıma duyguların eğitimine hizmet eden estetik eğitimin önemli bir parçası olduğundan, günümüzde teknolojinin baskın varlığını bir parça olsun dengeleme gayretidir.” Prof. Gürsel Aytaç’a göre Doğu klasiklerinde hayat bilgeliği, Batı klasiklerinde ise sorgulayıcı ve eleştirel bir tavır söz konusudur. Eğitimsel okumalarda Doğu ve Batı klasiklerini birlikte düşünmek gerekir.
Ülkemizde eğitim kurumlarında verilen edebiyat eğitimi çeşitli boyutlarıyla tartışılmaya açık bir konudur. Bu konunun klasiklerin okutulması boyutu ele alınacak olursa, söylenecek pek çok söz bulunduğu kanısındayım. Her şeyden önce klasik yapıtların ders kitaplarında sunulma biçimi yeterli sayılamaz. Kısa bir özet ve metinden alınan küçük bir bölümün okutulmasından sonra, sorulan birkaç soruyla klasik yapıt üzerindeki çalışma yeterli görülebilmektedir. Edebiyat derslerinde başlı başına bir kitap okuma ve yorumlama saatinin yer almaması, bu durumun olumsuzluğunu artırmaktadır. Burada elbette öğretmenin klasik yapıtı algılama biçimi, klasiklere bakış açısı, kendine özgü yaratıcılığı ve dersi sunuş biçimi de büyük önem taşımaktadır.
Öğrenci, okuma ödevi olarak verilen yapıtlara, yarışmacı sistemden kaynaklanan nedenlerden dolayı yeterince zaman ayıramamakta; çoğunlukla internetten klasiklerin özetlerini indirip bu özetleri bile yeterince okumadan, ödev olarak öğretmenine vermektedir. Okul ya da Üniversite Giriş Sınavında alacağı puanı yükseltme derdinde olan, başkalarını geçmek, sürekli koşmak durumunda kalan gençler, bu hızlı koşudayken, içindeki olaylarda zamanın ağır bir tempoda aktığı, insani değerlerin yüceltildiği klasikleri okumaya zaman ve zemin bulamamaktadır ne yazık ki… Kısacası eğitim sisteminin sonucu olan hız, yarış, stres ve koşu, gencin klasik yapıtları yeterince görmeden geçmesine neden olmaktadır ki bu durum gerçek bir kayıptır. Bundan sonra yaşamının hangi döneminde klasikleri okuma fırsatı bulacağı da şüphelidir.
Öğrencilerin zaman sorunundan dolayı klasik yapıtlar bazı yayıncılar tarafından kısaltılarak piyasaya sunulmaktadır. Klasik yapıtları öğretmenin isteği nedeniyle mutlaka okumak durumunda olan öğrenciler, çoğu zaman kötü çeviriler ya da komprime haline getirilmiş kitaplarla ödev yapmaktadırlar. Bu kitapların hem sayfa sayısı az hem fiyatı çok ucuzdur. Genç, bilinçli yönlendirmelerden yoksun kalırsa, bu tarzda hazırlanmış klasikleri okuyacaktır doğal olarak. Metin Celal, Cumhuriyet Kitap Eki’ndeki bir yazısında (20.07.2006-Sayı: 857) piyasada en az 27 çeşit Savaş ve Barış’ın bulunduğunu, bir çevirinin 112 sayfa; başka bir çevirinin ise 2168 sayfa olduğunu; Don Kişot’un 41 çevirisi olduğunu en ucuzunun 2.5 en pahalısının 55 YTL olduğunu belirterek ilginç bir tablo ortaya koyuyor. Hızlı yaşam koşullarına ve sınavlara yoğunlaşan gencin gereksinmelerini de karşılayan bir tablodur bu. Ayrıca klasiklerin toplu özetlerini içeren kitaplar piyasada cirit atmaktadır. Nitelikli ile niteliksizin ayırt edilemediği tam bir kaos ortamıdır yaratılan.
Bu durumun aşılabilmesi için bilinçli yönlendirmeler yapılmalı, gence kitap okuması ve yorumlayabilmesi için daha fazla zaman tanınmalı ve her şeyden önce yanıtları dört ya da beş seçeneğe indirgenmiş bir test sınavına dayalı yarışmacı eğitim modeli terk edilmelidir.
Şu an içinde bulunulan koşullarda olumlu anlamda ne yapılabilir, sorusunun yanıtı bana göre, yine iyi edebiyat yapıtlarına, yapıtın ruhuna girebilen tam metin çevirilere önem vermek olacaktır. Genç, bilgisayar oyunlarına, sinema ve televizyona ayırdığı zamanın bir kısmını klasiklerin tam metnini okumaya da ayırabilir. Bu okumalar, onun kişilik gelişimi sürecine olumlu katkı yapabilecek birçok unsuru da beraberinde getirecektir. Zamanı planlama, okumaya zaman ayırma konusunda, ailenin ve okulun gence yeterince rehberlik edebileceği kanısındayım.
Klasik yapıtlarda yaş düzeyi de çok önemlidir. Pinokyo’yu ya da Aya Yolculuk’’u tam metin olarak okuyabilen ilköğretim ikinci kademe öğrencisi, elbette Savaş ve Barış’ın ya da Karamazov Kardeşler’in tam metninden hoşlanmayacak ve yapıtı anlayamadığını düşünecektir. Bu nedenlerle okumalarda yaş düzeyine uygun tam metin öncelenmelidir. Bence hiçbir özet, yapıtın bütününü yansıtamaz. Klasik yapıtların insan ruhunu ne denli derin anlattığını keşfetmek ve yapıtın atmosferinde soluk alabilmek için kısaltılmış metinlerden uzak durmak gerektiği kanısındayım.
Unutmamak gerekir ki eğitim; insana, insanı tanıma ve insan olma bilincini kazandıran evrensel bir süreçtir. Bu süreçte klasik yapıtlar yaşam boyu kişinin yanında yer alabilecek en değerli arkadaşlardır. Kısa ve yüzeysel bir arkadaşlığın, insanın kişiliğine fazla bir şey katmadığı, onu ruhen çoğaltamadığı da bilinen bir gerçektir…


LACİVERT Sanat Edebiyat’ta yayımlandı. (2006)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder