4 Aralık 2008 Perşembe

Bir Tiyatro Oyunu Hakkında FELATUN BEY İLE RAKIM EFENDİ




Ahmet Mithat Efendi’nin Felâtun Bey ve Rakım Efendi adlı romanı İzmir Devlet Tiyatroları tarafından aynı isimle sahneleniyor.

DOĞRU RAKIM BAY YANLIŞ


HÜLYA SOYŞEKERCİ


İzmir, sahne sanatları ve görsel sanatlar açısından özellikle son zamanlarda sergilenen eserlerle sanat-kültür ufukları giderek genişleyen bir kentsel mekân durumunu aldı. İzmir Devlet Tiyatrosu, sahne sanatlarında yıllardan beri sürdürdüğü öncü konumunu bu yıl da devam ettiriyor ve ilginç oyunlarla perdelerini açıyor. Yeni sezona 7 ekimde Felatun Bey ile Rakım Efendi adlı oyunla başlayan İzmir Devlet Tiyatrosu’nun Konak Sahnesi’nde sergilediği bu oyununun edebiyattan tiyatroya uyarlamasının nasıl gerçekleştirildiğini; sahneye nasıl aktarıldığını bir süreden beri merak ediyordum. Son zamanlarda eski ve yeni edebiyat metinlerinin sinemaya, TV dizilerine ve tiyatroya uyarlamalarıyla ilgili pek çok eleştiri ve yorumla karşılaştığım için, 1876’da Ahmet Mithat Efendi tarafından yazılan bu ilginç romanın sahneye uyarlama yöntemlerine ve metnin sahnedeki yorumlanma, açılımlanma biçimine odaklandım oyun süresince. Yayımlandığından bu yana yüz yıldan fazla bir zaman geçmiş olmasına rağmen, eserin Doğu-Batı, ya da alaturkalık-alafrangalık gibi oldukça önemli bir toplumsal-kültürel çelişki ya da karşıtlık üzerine kuruluşu; bu sorunsalın günümüzde de farklı boyutlarda toplumsal yaşamda devam ediyor oluşu nedeniyle, romanın içerik ve konu açısından günümüze pek de yabancı kalmadığını belirtebilirim. Yazar, birbirine zıt iki tip (Felatun ve Rakım) yoluyla kendi düşüncelerini dile getirmiştir; okurlarını aydınlatmayı/eğitmeyi amaçlamıştır roman metninde. Yazarın özgün üslubunun “meddah tarzı” denen bir anlatı (tahkiye) yöntemine yaslanması da eserin tiyatroya uyarlanması konusunda birtakım ipuçları barındırmaktadır kendi içinde. Sanki bir meddah karşımıza geçmiş, çeşitli taklitler de yaparak bize bir öykü anlatmaktadır hissine kapılırız bu romanı okurken. GELENEKSEL BİR ORTAOYUNU Çoğumuzun edebiyat ders kitaplarından da tanıdığı iki kişidir Felatun ile Rakım. Yazarın sözcülüğünü Rakım Efendi yapar. Felatun, Batı kültürünü doğru anlayamamış, müsrif, tembel, çapkın ve mirasyedi olan zayıf bir karakterdir. Yazarın olumsuzladığı, biraz da gülünç bir karikatür gibidir. Ahmet Mithat Efendi, onun karşısına Rakım Efendi’yi çıkarır; Rakım tamamen Felatun’un karşıtıdır. Bilime meraklı, okumayı seven, çalışkan, düzenli, disiplinli, tutumlu, geleneksel değerlerinden ödün vermeyen bir Osmanlı Efendisidir Rakım. Ahmet Mithat, Rakım üzerinden kendi Batılılaşma anlayışını dile getirir. Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı eserinin birinci cildinde bu konuda analitik bir yorumda bulunur; Ahmet Mithat’ın Türklerin ticaret anlayışında Avrupalılardan çok gerilerde kaldığını, iş hayatında tembel olduklarını düşünerek, özel teşebbüs çabasıyla ticarette ve yaşamda başarıya ulaşan kişileri okura örnek olarak sunduğunu belirtir. “Müsrif-mirasyedi Felatun Bey ile çalışkan ve hesaplı Rakım Efendi’nin bu tutumları sonucu, birinin nasıl battığını, diğerinin başarıya nasıl ulaştığına tanık olur ve ekonomik bakımdan birbirinin karşıtı olan bu iki tutumu değerlendirmeye yöneliriz.” der. Roman kurgusu Felatun ile Rakım’ın değişik mekânlarda gösterdikleri davranışların karşılaştırmalı olarak sergilenmesi üzerine oturtulur. Sahnelenen oyunda bu iki tipin karşıt davranışlarından, çevresindekilerle ilişkilerinden ve Ahmet Mithat’ın meddah anlatımından hareket edildiğini; böylece oldukça keyifle izlenen bir edebiyat uyarlamasının kotarılmış olduğunu söyleyebilirim. Aslına sadık kalınan, yazarın anlatı(tahkiye) yönteminin geliştirilip geleneksel orta oyunu tarzına; oradan da modern epik tiyatronun ve postmodern anlatıların içerdiği yaşamın oyuna dönüştürülme süreçlerine açılan oyun, gelenekselden moderne, hatta postmoderne dönüşen yapısıyla genç kuşakların da ilgisini uyandırıyor. BİR MEDDAH: AHMET MİTHAT Oyunun “iki katmanlı”, oyun içinde oyun; ya da Ahmet Mithat Efendi’nin yönetmenliğini yaptığı bir ortaoyunu biçiminde düzenlenmesi, zaman zaman yazarın oyuna, oyunculara müdahale etmesi, yorumlar yapması, romandaki Ahmet Mithat anlatımıyla tam anlamıyla örtüşüyor. Yazarın asıl oyun kişisi olarak ana oyunda yer alması; bir tiyatro yönetmeniymişçesine sahnedeki oyunu dışarıdan idare etmesi; oyun kişilerinin de arada bir kenardaki masasında oturan yazara sitemlerde bulunması, laf atması ya da arada ufak bir selam göndermesi, yazarın ara sıra oyunda bir rol alması (Esirci rolü) hem komedi unsuru olarak yer alıyor hem de izleyicileri oyuna yabancılaştırarak, izlediğinin sadece bir oyun olduğunun sık sık anımsatılmasını sağlayan birer uyarı işlevi taşıyor. Ahmet Mithat Efendi’nin elindeki bastonu arada bir yere vurarak sahnede zaman zaman oluşan kargaşayı dağıttığını görüyor; bastonun aynı zamanda bir meddah malzemesi oluşunu da anımsıyorum bu arada. Kısacası Ahmet Mithat Efendi’nin romanlarında zaten var olan meddah anlatımı, ortaoyunu öğeleri de katılarak modern-epik bir tiyatro oyununa dönüştürülmüş; “hayat hayal, oyun gerçek” diye söze başlıyor Ahmet Mithat Efendi. Zaman zaman yaşadığımız ana, bugüne de gelen Ahmet Mithat Efendi, kendisinin “sadece rol yapan bir oyuncu” olduğunu da duyumsatıyor. Böylece, sahnede izlenenle yaşamın sık sık birbirine dokunması ve birbirine dönüşmesinden doğan estetik bir heyecan kaplıyor izleyenleri. Bu açıdan baktığımızda oyunun “üç katmanlı” bir kurgusal yapı arz ettiğini de söylemek mümkün. Oyunun nerde başlayıp nerede bittiğini, gerçeğin nerede durup nereye kaybolduğunu düşünüyor, yaşamla oyunun uyumlu dansını izliyoruz böylelikle… İzleyenleri oyuna çağıran anons da şöyle: “Provanın 1. Faslının başlamasına bir dakika kaldı!” “Oyun” değil de “prova”, deniyor, izlenenlerin, gösterilenlerin oyun yerine oyunun provası oluşu; asıl oyunun nasıl olduğunu/olacağını düşündürüyor izleyenlere. Dr. Sevinç Sokullu’nun, Türk Tiyatrosunda Komedyanın Evrimi adlı yapıtında dile getirdiği gibi genelde bütün ortaoyunlarında şöyle bir süreç fark ediliyor: Seyirci ilkin gerçeğin sorunları ve ağırlığından çekilerek oyun ortamının başka dünyasında-şarkı ve dansların şamatasında-gerginliğinden kurtarılıyor. Sonra “oyunbozma” ile oyunu fark etmesi sağlanıyor ve yaşam ile tekrar ilişki kurmaya yöneltiliyor. Böylece ortaoyunun bütün öğelerinin bileşimiyle yaşam ile oyun arasındaki o büyülü titreşimi yakalayan ve yaşatan bir güldürü oluyor. Bu oyun tarzında seyirciyi her dem uyanık tutan bir özellik ortaya çıkıyor. Ortaoyununun yaşamla, çevreyle ilişkiyi sürdürme ve “oyunu yaşama dönüştürerek yabancılaşmayı engelleme” en önemli nitelikleri olarak görünmektedir. ORTAOYUNU TİPLERİ Oyunda müzik, işlevsel olarak ve tiplemelere göre kullanılmış; tıpkı ortaoyunundaki gibi. Felatun Bey sahnedeyken (ortadayken) piyano çalınır, Rakım Efendi ortaya çıktığında alaturka sazlar çalmaya başlar. Bence bu oyunda Felatun ve Rakım’ın yanı sıra üzerinde düşünülmesi gereken üçüncü bir tip daha var; o da “ortaoyununun” Kastamonulu tipidir; Felatun’un hizmetkârıdır; Felatun’un ona Mehmetçik şeklinde seslenmesi de ilginçtir. Saf, temiz Anadolu insanını, halkı temsil eden Mehmetçik, ne piyanoya ne de alaturka çalgılara ilgi duyar; onun için sadece saz (bağlama) önemlidir. Mehmetçik, oyunda sık sık denge görevi görmektedir; tek piyanonun aynı anda iki ya da üç mekânda birden görülebilmesi ya da Rakım’ın hem evdeki cariyeye hem de İngiliz ailesinin kızlarına kendi evlerinde Farsça dersleri vermesi gibi farklı mekân düzenlemelerini elindeki yazılı pankartlarla Mehmetçik gerçekleştirir. Bu görevi ona “ortaoyunun” yönetmeni Ahmet Mithat Efendi vermiştir elbette. TİYATRO EĞLENCELİDİR İzlediğim oyunda bence en çok eleştirilen toplumsal olgulardan biri Osmanlı’daki cariyelik kurumudur. Kadının bu durumunu Ahmet Mithat Efendi birçok eserinde dile getirir. O zamanlarda insanların (genç kızların) parayla alınıp satılan birer esir(köle) olmaları gerçeği, bu oyunda sık sık komik unsurlarla bezenerek izleyicilerin dikkatlerine sunuluyor. Cariyesi Canan’a ders verirken ondaki istidadı ve güzelliği gören Rakım, Canan’a âşık olur. Bir gün ona “Sen esir değilsin; kendi kendinin efendisisin.” der. Oyunda sık sık hürriyet kavramına vurgu yapılması, yazarın ve döneminin yansımalarını da taşımaktadır. Canan’ın piyano hocası Madam Josephina da Rakım’a ilgi duyar. İngiliz ailenin bir kızı da ona âşıktır. Böylece Rakım, oyundaki kişilerden birinin dediği gibi “bulunmaz Hint kumaşı” durumunu almıştır. Rakım’a oyunda biraz da filmlerdeki “jön” havası verildiği, ona da belirli bir mesafeyle bakıldığı gözden kaçmıyor. Rakım, tercihini Canan’dan yana yapar ve onunla evlenmeye karar verir. Oyunda Felatun’un tüm malvarlığını yiyip bitiren tiyatro oyuncusu metresi Polin, Rakım’ı büyüten dadısı, İngiliz kız kardeşler onların ebeveynleri Bay ve Bayan Ziklas… ve çok sayıdaki oyuncu kadrosuyla zengin ve hareketli bir oyun izleniyor. Oyunda romanın asıl mesajının altının çok da fazla çizilmediğini, daha çok oyunun deneyselliğine odaklanmamızın sağlandığını düşünüyorum. Güldürü, zaman zaman ortaoyunundaki gibi sözü yanlış anlama, zaman zaman da komik hareketler üzerine kurulu. Çelişkili durum ya da tiplemeler, davranışlar da güldürü unsuru olarak işlev yükleniyor. Piyano parçaları ve alaturka çalgılar eşliğindeki danslarla şenlikli bir hava kazandırılan iki perdelik oyun bittiğinde iki saatin bana oldukça kısa gelen sürede nasıl geçip gittiğini anlayamadım. İzleyiciyi sıkmadan; Namık Kemal’in “Tiyatro eğlencedir ama eğlencelerin en faydalısıdır.” sözünü anımsatırcasına kotarılan bu oyun, Levent Suner tarafından yönetilmiş ve oyunun sahnelenmesinden bir hafta önce ölen hocası Metin And’ın anısına adanmış. Bence, oyunu uyarlayan Türel Ezici, oyuncular ve öteki emek verenlerle birlikte, ustasına layık bir oyun ortaya çıkarmış Levent Suner. Oyunla ilgili olarak şunları belirtiyor yönetmen: “Ahmet Mithat’ın roman yazımı üslubunda, adeta post modern zamanlarda yazarmış gibi romandan çıkıp okuyucusu ile doğrudan ilişki kurma alışkanlığı, oyunun sahnelenmesinde tiyatronun mutfağını seyirciye açma fikrinin doğmasına neden olmuştur. Sanki tiyatronun nasıl oluştuğunun dersi veriliyormuş gibi çerçeve sahneyle seyirci arasındaki görünmeyen duvar yıkılmıştır. Böylece iki alan birbirine yaklaşmıştır. Tüm mekânı oyun alanı kılarak çerçeve sahnede ortaoyunu çıkarmanın zorluğunun üstesinden gelinmeye çalışılmıştır.” Oyunda yer alan oyuncuların çok renkli kıyafetleri ve “elma şekeri” makyajları güldürü unsurunu abartmalara da yaslıyor; böylece bu çağdaş ortaoyununa ayrı bir atmosfer kazandırıyor. Hem eğlenmeye hem de düşünmeye çağıran Felatun Bey ile Rakım Efendi izlenmeyi hak eden bir oyun.

5 KASIM 2008 Çarşamba TARAF KÜLTÜR SANAT EKİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder