TARAF, Söyleşi'den Bir Bölüm
Böyle bir günlük tutma ihtiyacını nasıl hissettiğinizi merak ediyorum ve günlükleri yayınlamaya nasıl karar verdiniz.
Sevgili Ferhat Uludere,
Gençliğimden bu yana her gün olmasa da sık sık günlük yazıyor, yaşadıklarımdan bende kalanları aktarıyordum satırlara. Okurken aldığım notları, beni etkileyen güzel ve anlamlı dizeleri ve cümleleri de aktardığım için, günlüklerimin kitaplar ve yazarlar dünyasıyla içli dışlı olduğunu gördüm. Böylece onları giderek okuma günlükleri biçimine dönüştürdüm. Sanırım okuduklarımın ve yaşadıklarımın izlerini -bir şekilde- ardımda bırakmayı istediğim için böyle bir günlük tutmaya yöneldim. İnsanların en büyük zaaflarından biri de bu değil mi; hızla akan zaman ırmağında ‘iz’ bırakabilmek… Okuduğum kitapların ve onların yazarlarının dünyasına açıldıkça hem kendi yaşantım zenginleşiyor hem de duygu ve düşünce ufuklarım genişliyordu. Keşfe meraklı biriyim aynı zamanda. Bu okuma yolculukları keşif yolculuklarıydı ve böylece edebiyatta, anlamam, öğrenmem, tanımam gereken nice yapıt nice yazar olduğunu fark ettim. Bir yazarı ve yapıtı keşfettikçe başka bir kitabı ve yazarı da anlamaya ve öğrenmeye başlıyordum… Bu günceler vasıtasıyla, okuma yolculuğunun, ölünceye kadar devam eden bir süreç olduğunun farkındalığına ulaştım. “yeter ki gün eksilmesin penceremden” diyor Cahit Sıtkı Tarancı; aynen öyle. Gün ışığı, okuduklarıma vurdukça hem hayatımı aydınlatıyor hem de günlüklerimi…
Yayınlama sürecim, kendi içsel yolculuğumu başkalarıyla da paylaşmak istememle paralel gelişti. Bir kitapta toplama nedenlerim arasında, okurken sürekli gelişmeye çalışan bir yazın insanı olarak kendi serüvenimi göstermek; yaşadıklarımı ve okuduklarımı kayda geçirmek, yapıtların yazarların yaşamından bağımsız olmadığını okurlara sezdirmek… sayılabilir. Günlüklerimde kendi şimdiki zamanımı kayda geçirirken, bir yandan da yazar günlüklerine açılarak onları tanımaya; yazdıkları ile yaşadıkları arasındaki diyalektik bağı bulmaya ve görmeye dikkat ettim. Hasan Ali Toptaş’ın dediği gibi “İnsan, yaşadıklarının ve okuduklarının bir toplamıdır.” Bu günlükler yoluyla kendi varlığımı oluşturan toplamı biraz olsun ifade etmeye, açılımlamaya çalıştım.
Bu okumaların sizin yazın çalışmanıza etkileri neler oldu?…
Bu okumalar her şeyden önce okuma tadını, keşfetmenin gizemini içselleştirmemi, iyi eserlerin duraklarında mola vererek edebiyat sanatının inceliklerini; onun toplum ve insanla bağını görmemi sağladı. Yapıtlarını okurken, günlüklerini ya da anılarını da okuduğumda, yazarla yapıtı arasındaki o incecik ama sapasağlam bağın yerli yerinde durduğunu; metnin başlı başına, yazardan bağımsız bir olgu olmadığını fark ettim. En azından benim gördüğüm gerçek böyle…
Birbirinden çok farklı yazarlar ve birbirinden çok farklı kitaplar dikkat çekiyor, bir kitap oburu ile karşıya kalıyor okur… Haliyle dağınık bir okuma hali var gibi duruyor kitapta…
Bunun nedeni; hayata ve hayatın içindeki hiçbir olgu ya da duruma “bir proje” gözüyle bakmamış olmamdan kaynaklanıyor. Hayat (-ve okuma) yolculuğu bence rastlantısallıklarla dolu, ele avuca sığmayan, hesaba kitaba gelmeyen, plan programa uymayan bir süreç… Elbette, keyfi okumalardan söz ediyorum. Önceden belirlediğim bir konuda, belli amaçlar tespit ederek, belirli bir stratejide ilerleyen okumalar da yapmaktayım. Bu okumalarımın çoğu günlüklerimde yer almıyor. Çünkü onlarda akademik bir yaklaşımı ya da bir inceleme, tanıtma çalışmasını öncelemek durumundayım. Günlüklerimdeki yazarlar ve yapıtlar ise çocukça bir keşif ve anlama serüvenine dahil ettiğim, anlamaya ve öğrenmeye çalıştığım, içtenlikle yöneldiğim yazar ve yapıtlar. Bence günlük yazmak, öncelikle içtenlik ve doğallığı gerektiren bir çaba…
4 Aralık 2008 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder