4 Aralık 2008 Perşembe

HÜLYA SOYŞEKERCİ İLE BİR OKUMA YOLCULUĞU(Ömer Akşahan, VARLIK, Aralık 2008)

“KÜÇÜK SULAR BÜYÜK BALIKLARA GÖRE DEĞİLDİR”(*)

HÜLYA SOYŞEKERCİ’YLE BİR OKUMA YOLCULUĞU


“Yazar, niçin yazmak ihtiyacını duyar; kalemiyle oluşturduğu yazın dostluğu, onun açısından niçin yaşamsal bir önem taşı? Bir yazar, yazmaya niçin küser, niçin yazmayı bırakır da kalemle dostluğunu edebiyatın dışındaki yazılarda ya da alanlarda sürdürür?”(I)
‘Niçin Yazıyorum?’ başlıklı bir yazımda ilk soruya şöyle bir yanıt verdim: “Yazı kişinin kendisiyle hesaplaşmasıdır. Bu hesaplaşmayı çoğunlukla gece yaparım. Böyle anlarımda kendimi kolayca ipe çekebilirim diye düşünür, ama hiçbir zaman bunu başaramam. İşte kendisini ipe çekemeyenlerin başvurduğu kolay yol, yazı yazmaktır diye düşünüyorum. Bu açıklamamı yadırgayanlara vereceğim yanıtsa; çünkü yazı da bir intihardır.”

Hülya Soyşekerci’nin, insanlığın ortak tragedyası diye tanımladığı ve romanın özü olarak saptadığı Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam adlı romanından aşağıya alıntılanan bölüm, sorulara farklı bakış açısından yanıtlar veriyordu.
“Kuyara ile Adako: Bütün çağların trajedisi bu. Ku-ya-ra: ‘Kumda yatma rahatlığı’. ‘A-da-ko: ‘Ağaç dalı kompleksi.’ Kuyara, alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır. Düşünmeden uyuyuvermek. Biteviye geçen günlerin kolaylığı. Ya adako? Ağaç dalındaki, gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem? Hep öteye öteye uzar. Gövdenin toprağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu. Özgürlüğe susamışlıktır. Buna ben ‘ağaç dalı kompleksi’ diyorum. Genç hastalığıdır. Çoğunlukla Kuyara dişidir. Adako erkek. Pek seyek cins değiştirdikleri de olur. Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir. İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi, yakınları onun içindeki bu Adako’yu budarlar. Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar. Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz. Asi daldır o. Ayrılır. Balta işlemez ona.” (s. 132)(II)
Yazarların neden daha çok büyük kentlerde yaşama tutunmaya çalıştıklarına güzel örnek, Atılgan’ın Aylak Adam’ındaki kahramanı C.’dir. Küçük kent ve kasabalar, yaşamı farklı algılayan yazarlar içinse cehennemden farksızdır; her gün yavaş yavaş bir dalının budandığını gören yazar giderek gövdeye yaklaşır, ya baskıya boyun eğer ya da günün birinde insanlara, ben de bir zamanlar şiirler, öyküler yazmıştım, deme ihtiyacını duyar.
Fakat kimi yazarlar için geleceğe kalmanın yolu intihardan geçer. Bu durum, gövdenin köke yakın budanışıdır ki, edebiyatta birçok örneği vardır. Çoğu yazar ve şair yaşamın kıyısını kendine mesken edinir. Derin bir uçurum olarak algıladıkları yaşam çizgisinin başladığı noktayı, doğdukları anı, ölümün başlangıcı kabul ederler. Onlar yaşarken ölüdürler. Bu algılamaya sahip birinin nerede yaşadığının bir önemi yoktur. Edebiyatımızda Ankaralı Kaan İnce ve İstanbullu Nilgün Marmara bu duruma tipik iki örnektir.
Virgina Woolf güncesinde şunu yazar: “Niçin hayat böyle trajik? Neden böylesine bir uçurumun üzerindeki daracık bir kaldırım gibi. Aşağı bakıyorum; başım dönüyor, sonuna kadar nasıl yürüyeceğim, bilemiyorum.”(III)
1983’te çıkan ilk yazısıyla başladığı yazarlık yaşamında iyi bir eleştirmen olmayı iş edinen Hülya Soyşekerci, öğretmenlikten emekli olmasıyla birlikte daha serbest zamanlı bir çalışma içinde bulur kendini. 2004 ile 2007 yılları arasında okuduğu yapıtları çözümlemenin yanısıra, o kitabın yazarının -eğer varsa- yazdığı günlüklerinden yola çıkarak farklı bir dünyaya, deyim yerindeyse yazının perde arkasına sürüklüyor okurunu. Çünkü ona göre, bir yazarı iyi tanımanın en temel yolu o yazarın tuttuğu günlükleridir. Günlükler, edebiyatın bitip tükenmez serüveninde yazarın iç dünyasını aydınlatan bir deniz feneri gibidir. Soyşekerci ele aldığı bir yazarın salt bir yapıtıyla yetinmez, ulaşabildiği tüm yapıtlarının yanısıra onlar hakkında yazılmış eleştirel yazıları da araştırma kapsamına alır.
Onun her bir günlüğü, yeni bir yazar ve yapıtını içselleştirerek tanımaya tutulmuş bir aynadır. Özellikle okuma fukarası bir ülke için Soyşekerci, farklılığını bu yapıtıyla bize duyumsatıyor.
Okuma günlüklerinden aynı zamanda bir öykü tadı aldım. Kimi satırlarda rastladığım öyle güçlü betimlemeler vardı ki, iyi ki yitip gitmemiş dedim. Öte yandan o tümcelerin bir öyküde ne de güzel bir ses verebileceğini hayal ettim.
Yazarın bence, öykücü yanını ele veren günlüğü, İzmir Kemeraltı’nı anlatırken daha parlak yansıyor okurun aynasına. Benim de çok sevdiğim o tarihsel mekânı üç beş satırla da olsa okuyalım;”Geçmiş, şimdiki zamanla köşe kapmaca oynuyor Kemeraltı’nda. Bazen her ikisi bu oyunu saklambaca çeviriyor; birbirlerini arıyorlar. Ben de bu gizemin izlerini sürüyorum sessizce. Zamanın kırılma noktalarını buluyorum Kemeraltı’nda. (…) Cevahir Bedesteni’nden içeri bir güvercin hafifliğinde süzülüyorum. (IV)
Hülya Soyşekerci’nin günlüklerine konuk olan ve onda derin izler bırakan yazar ve şairler bir resmi geçitteymişçesine yaşamın acılı ve sancılı yüzünden bize seslenir gibidirler: Duygu Asena, Füruğ Ferruhzad, Nilgün Marmara, Sylvia Plath, Yusuf Atılgan, Orhan Kemal, Aydın Şimşek, Bilge Karasu, Şükran Yücel, George Lukacs, Pablo Neruda, Henri Frederick Amiel, Stefan Zweig, Tomris Uyar, Julio Cortazar, Louis Aragon, J. P. Sartre, Virginia Woolf, İtalo Svevo, Hasan Ali Toptaş, Tezer Özlü, Cesare Pavese, Feridun Andaç, Mehmet Uzun. Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar, verdiği çok değerli bilgilerin yanı sıra, üst düzey bir okumanın nasıl olması gerektiği konusunda da hayli ipuçlarını barındırıyor.
Yazıya Sayın Soyşekerci’nin anımsattığı, Cahit Sıtkı’nın ünlü bir dileğiyle bitirelim: “Yeter ki gün eksilmesin penceremden.” O yazarlar ki, her gün bizi aydınlatmak için pencere kanatlarında bekleşirler; Hollanda’da yaşayan yurttaşların betimlediği, ‘bir Türk kumrusu’ gibi sessizce, tozlu kitap raflarında.
////

NOTLAR:
(*) İranlı şair Füruğ Ferruhzad’ın sözü: Yazarlara ve Yapıtlara Yönelik Okumalar, Soyşekerci Hülya, s. 99, Kanguru Yayınları, Ankara, 2008.
(I) agy., s. 212.
(II) agy., s. 222.
(III) agy., s. 173.
(IV) agy., s. 50.

Ömer AKŞAHAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder