14 Aralık 2008 Pazar

FETHİ NACİ’NİN ELEŞTİRİ DÜNYASI (Yazın Günlüğümden)

23.07.2008

Bugün sanat ve edebiyat dünyasından iki değerli insanın ölümü haberi geldi. Biri, çocukluğum boyunca izlediğim yerli filmlerin renkli simalarından, yıllarını tiyatro ve sinemaya adayan Suna Pekuysal; diğeri ise bence edebiyatımızda ‘efsane eleştirmen’ olarak anılacak Fethi Naci. Her ikisinin yitimi derin boşluklar açtı kültürel yaşamımızda. Sanatçıların ölümünde bu derin boşluğu duyumsuyorum, bir uçurum oluşuyor yüreğimde, kapanmayan yara gibi…

24.07.2008

Fethi Naci’nin ardından bir şeyler yazmak o denli güç ki… Yıllar öncesinde yazdıklarını kaçırmamaya, yazdığı dergileri izlemeye çalışır; eleştiri yazılarını dikkatle okurdum. Eleştiri türüne ilgi duymamda Fethi Naci’nin yazılarının hatırı sayılır etkisi oldu. Bana eleştirinin belirli yazınsal/estetik ölçütler doğrultusundaki bir değerlendirme çabası olduğunu, yapıt karşısındaki izlenimlerini dile getirmenin aslında eleştiri olmadığını öğreten kişidir Fethi Naci. Özellikle 1940’lı yıllarda Nurullah Ataç’la kendini gösteren izlenimsel eleştirinin, esas itibarıyla deneme türüne yakın bir yazma biçimi olduğunu, bu yaklaşımın eleştirel yazılardan çok, deneme sınırları içine girdiğini pek çok yazısında ifade etmişti. Sonuçta bir sisteme ve kurama yaslanmalıydı edebiyat eleştirisi. İnsan Tükenmez’den (1956) başlayan eleştiri kitapları serüvenini Yüzyılın 100 Türk Romanı (1999) ve Dönüp Baktığımda (1999) ile noktaladı. Son yıllarında onulmaz bir bellek hastalığının pençesinde yaşadı, pek çok eser oluşturan beyni giderek gücünü yitirmişti ne yazık ki… Aklıma Irish Murdoch’ın yaşamöyküsünden uyarlanan Irish adlı film geldi. İnanılmaz bir acı ve yıkım bu Alzheimer hastalığı, hele Irish Murdoch gibi üstün beyinli, yaratıcı bir insan için…
Fethi Naci, çözümlemeci bir eleştirmen sayılmazdı. Özellikle romanda yoğunlaşmıştı, 1981’de yayımladığı 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Gelişme, çevresinde çok yankılar uyandırdı. Fethi Naci bu kitabında estetik ölçütleri öne alıyor, romanın içeriğinin toplumsal olmasının, ya da içeriğinin zengin olmasının bir romanın başarısı için yeterli olmadığının altını çiziyordu. Özellikle yazarın düşüncelerinin taşıyıcısı olan ‘karton karakterler’in, “toplumsal – gerçekçi” çizgide yazılan pek çok romanın zayıf noktalarından birini oluşturduğunu vurguluyordu. Dönem, kişi, toplumsal çevre, mekân, zaman, dil -üslup gibi unsurların diyalektik bileşiminden oluşan roman estetiğine dikkat çekiyordu. Düşüncelerini daha çok George Lukacs’ın Marksist sanat kuramına ve roman estetiğine göre temellendiriyordu.
Bu eseriyle ilgili olarak şunları yazıyordu: “Kulaktan dolma hazır yargılara aldırmadım; bunun için Yakup Kadri’nin Bir Sürgün’ünün, şimdiye kadar yazıldığı gibi, Paris’teki Jön Türkleri anlatmadığını, Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’sinin, şimdiye kadar yazıldığı gibi başarılı bir eser olmadığını belirtmek zorunluluğu duydum; bunun için Firavun’un İmanı ve Gençliğim Eyvah gibi ‘ideolojik’ romanlarını yerdiğim Tarık Buğra’nın Küçük Ağa gibi, Dönemeçte gibi başarılı romanlarını övdüm. Kemal Tahir’in Büyük Mal’ını yererken usta romancılığının ürünü olan Esir Şehrin İnsanları’nı övdüm. (‘Övdüm’ ve ‘yerdim’ derken, ‘değerlendirdim’ demek istiyorum.) Amacım ‘Türk Romanının tarihi’ni yazmak olmadığı için bütün romancılardan söz etmek gereğini duymadım; yaptığım bölümlemeye göre beni ilgilendiren romanlar üzerinde durmakla yetindim. Bu çalışmayı yaparken, özellikle Giriş’teki yazılar için birtakım kitaplardan yararlandım; ama Türk romanı üzerine yapılmış doyurucu çalışmalara rastlamadım; gerçi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Cevdet Kudret’in, Güzin Dino’nun çalışmalarından da yararlandım, ama beni bu konuda en çok ilgilendiren yazılar, en yararlandığım yazılar, bir İngiliz edebiyatı profesörünün yazıları oldu: Berna Moran’ın. Her bölümün başındaki genel bilgiler için mevcut kaynaklardan yararlandım, onlar dururken yeni araştırmalara girişmek bir eleştirmenin işi değil diye düşündüm. Yıllarca önce yazdığım ama eskimediğini gördüğüm birtakım yazılarımı bu kitaba da aldım; eskidiğini gördüğüm yazıları (Aşk-ı Memnu gibi, Yaban gibi) yeniden yazdım.” Bu kitabında oldukça nesnel bir bakış açısı kullanmış, dikkatli bir dille değerlendirmeler yapmıştır. Ayrıca, Marksizm’le ilgili kuramsal bilgi birikimini, iyi özümsenmiş bir yönteme dönüştürmüş ve odağına aldığı romanlara uygulamıştır.
25.07.2008
‘Eleştiri günlüğü’ kavramını zihnimde netleştiren kişilerin başında yine Fethi Naci gelir. Günlük biçiminde kaleme aldığı okuma notlarında pek çok düşünce, değerlendirme, esinleme, yorum… kaynaşmaktadır. Eleştiri Günlüğü (1986) kitabı, eleştiri tarihimizde farklı söylem ve biçimiyle yer edinmiştir. Fethi Naci, iyi bir gözlemci, dikkatli ve titiz bir okur portresi çizer. ‘Her eleştirmen öncelikle iyi bir okurdur’ gerçeğinden hareket edilirse, Fethi Naci’nin de öncelikle bu noktadan hareket ettiği gözlemlenir.
Ölümünün ardından yapılan değerlendirmelerin içinde Sema Aslan’ın sözleri önemli bazı hususların altını çiziyor: “Eleştirileriyle ‘keskin’ bir tavır sergileyen, bazen ironisiyle bazen de metnin içine olduğu kadar metnin dışına da odaklanmayı ihmal etmeyen politik duruşuyla yazdığı eleştirinin doğrudan bir figürü halini alan, ele aldığı eseri çok yönlü ve çok katmanlı bir değerlendirmeye tâbi tutan Fethi Naci’yi ve eleştirilerini zaten son birkaç yıldır özlüyorduk; boşluğu, son birkaç yıldır kapanmadan öylece duruyordu… Yayımlanan onlarca roman ve hikâye biraz da onun eksikliğiyle ‘bir başına’ kalmıştı diye düşünüyorum. Sessizliğiyle koyulttuğu boşluğunu, geride bıraktığı kitaplarıyla doldurabilecek olmamız, hoş bir avuntu.” Doğan Hızlan da “Fethi Naci, Türk eleştirisinin çok önemli bir adıdır. Özellikle roman ve romancılar konusunda yazdıkları o yazarlara daha derinden bakmamızı sağlamıştır. Ayrıca romanın sosyal, siyasal yanının da olduğunu ve tüm bu bileşkelerin ortaya koyduğu ölçütler içerisinde değerlendirilmesi gerektiğini bize öğretmiştir.” diyerek Fethi Naci’yi özetliyor.
26.07.2008
İnsan Tükenmez’de Fethi Naci şöyle yazıyor: “Sanat, gerçekliğin alelade kopyası değildir, bu gerçekliği aşmak, değiştirmek çabasındadır; bu bir. Öyle söyleyen yazarlar olayların, insanların ardında sürükleniyor demektir; bu iki. Oysa yazar, halk yazarı, öncü olmak, halkının yürüdüğü yolun ilerisini bir projektör gibi aydınlatmak zorundadır”
Bu sözler, Fethi Naci’nin edebiyata bakışını net olarak sergilemektedir. Sanat, gerçekliği yansıtmakla yetinmemeli, gerçekliğe müdahale etmeli, onu değiştirip dönüştürmeli, daha güzel bir dünya kurulmasına ön ayak olmalıdır. Burada, yazarlara öncülük görevi atfetmektedir Fethi Naci; her yazarın halkı aydınlatma sorumluluğuyla hareket etmesi gerektiğini belirtmektedir. 100 Soruda Türkiye’de Roman ve Toplumsal Gelişme’de ve daha sonraki yapıtlarında sanatın/edebiyatın öncü rolünü yadsımamakla birlikte, her şeyden önce estetik ölçütlerin yapıtın temel sorunsalı olduğu yönünde hareket ederek kendi düşüncelerine bir açılım kazandırmaktadır.
27.07.2008
Her dönem, kendi edebiyatını yarattığı gibi kendi eleştiri anlayışını ve eleştirmenini de yaratmaktadır. Toplumsal yapıdaki değişimler ve dönüşümler, günümüzde baş döndüren teknoloji ve hızın yarattığı ideolojiye göre şekillenmekte; yaşam durmaksızın parçalanmış algılarla akıp gitmektedir. Yabancılaşmanın doruğa çıktığı böyle bir toplumsal yapılanma içinde birey kendi yalnızlığı ve yalıtılmışlığı içine hapsolmaktadır. Sanal gerçekler, giderek hakikatin yerini almakta, hakikatin ne olduğu da bir yandan sorgulanmaktadır. Yeni zamanların eleştirisi, değişen edebiyat anlayışına uygun olarak yeniden şekillenmekte; eleştiride farklı yönsemeler, farklı eğilimler ortaya çıkmaktadır.
“İletişim teknolojisindeki devrimin başı çektiği gelişmeler zinciri; düşünürü de, sanatçıyı da, eleştirmeni de, tüm geleneksel değerlerin/ideolojilerin/kuramların sorgulandığı, geleneksel tinsel içeriğin ’yapıbozuma’ uğratıldığı, yeni bir dünya ile karşı karşıya bırakır… Yeni anlayışa göre, metnin anlam alanı sonsuz bir devinim içindedir; okur ancak metinle karşılaştığı anlam an’ını dizginleyebilir; o da sonsuzluk içindeki anlardan yalnızca biridir. Bu anlayış geleneksel yorumsamacılığın da sonu demektir.” (Zehra İpşiroğlu, Eleştiride Postmodern Eğilimler, Çağdaş Türk Yazını, Adam Yayınları-2001, s.116-125)
Görülen odur ki, günümüzde yazınsal metni o metin dışındaki ölçütlere göre değerlendiren eleştiri anlayışı yerine, metni odağına alan bir eleştiri anlayışı ön plandadır. Bu anlayışa göre metin başlı başına bir yazınsal bütündür; bir eleştirmen de metnin sesine kulak vermeli, metnin dil ve anlam katmanlarını çözümlemeli, izlenimci yaklaşımdan uzak kalarak, metne kendi değerini vermelidir. “Öyleyse Eleştirmen, metni bahane ederek kendisini yansıtan duygu ve izlenimleri Nesne olarak gören Özne değil, metinlere metin için ve metnin içinden bakan Özne’dir.” (Mehmet Rifat, Eleştirmen: Metin-Nesne İçine Giren Anlamlandırıcı-Özne, Kitap-lık, Sayı:105 Mayıs 2007)
Fethi Naci’yi kendi döneminin en etkili ve sözüne güvenilir eleştirmeni olarak selamlıyor; onun çalışmalarını, eleştiri ve edebiyat tarihimiz içinde hak ettiği yere uygun olarak değerlendiriyorum.
Farklı bir bakış açısıyla metinleri çözümleyen ve kuramsal yönden de donanımlı pek çok genç eleştirmenin geliyor olmasından duyduğum sevinç, Fethi Naci’nin yitimi karşısındaki üzüntümü biraz hafifletiyor…
Yaşamın diyalektiğine güveniyorum. ‘İnsan Tükenmez.’
Hülya SOYŞEKERCİhulyasoysekerci@yahoo.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder