4 Aralık 2008 Perşembe

İÇİMDE YAŞAYAN KADIN ROMAN KARAKTERLERİ

İÇİMDE YAŞAYAN KADIN ROMAN KARAKTERLERİ

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımdan bu yana okuduğum sayısız romanın bende bıraktığı izler, birçok roman kahramanına ait imgeler, belleğimin en gizli köşelerinden süzülerek bütün canlılıklarıyla, sık sık gözlerimin önünde beliriyorlar. O romanlardaki ayrıntıları, bazı olayları, betimlemeleri unutmuş olmama karşın, roman kişilerinin zihnimdeki sahnede bütün canlılığı ve etkinliğiyle rol aldıklarını gözlemliyorum. Bu durum, romanın her şeyden önce insanı anlatan, onun iç dünyasını ve yaşantılarını konu alan ve irdeleyen bir yazın türü olduğu gerçeğinden kaynaklanıyor bana kalırsa. Roman sanatının kurgusal merkezinde insan vardır; insanoğlu kendi gerçeğinden izdüşümler bulduğu oranda ilgi duyar okuduğu romana ve o romandaki kişilere. Romanların çoğunu yüzyıllar boyunca unutulmaz kılan, romanın içinde yaşayan kişiler değil midir sonuçta? Genç kızlık çağlarımızdayken özellikle kadın roman karakterlerinden etkilendiğimiz, onları örnek aldığımız, onlarla özdeşleşim kurduğumuz da bir gerçek. Düş dünyamızda onları sürekli geliştirir, zenginleştirdik.

Bu düşüncelerim daha çok gerçekçi roman geleneğine ait yapıtların kişilerini kapsamakta. Bende en çok iz bırakanları düşündüğümde özellikle realist dönem roman karakterlerinin somut biçimde içimde yaşadıklarını duyumsuyorum. Anna Karenina’nın iç dünyasındaki fırtınaları bilinç akışı tekniğini kullanarak aktaran Tolstoy’un adını edebiyat tarihinin en görkemli sayfalarına yazdıran da yarattığı kahramanlardır.

Ama ben kadın roman karakteri olarak nedense önce Madame Bovary’yi anımsarım. Romana adını veren bu karakter, sürekli arayışlar içinde olan, kendi dar dünyasını aşmaya çabaladıkça bataklığa saplanarak düşlerine yenik düşen bütün kadınların, roman gerçekliği içindeki ilk temsilcilerindendir. Özgürleşmenin, kendini arayışın, topluma ters düşmenin bedelini, yaşamına son vererek ödeyecektir Madame Bovary. Tıpkı Türk yazınındaki unutulmaz karakterlerden biri olan Bihter gibi. Aşk-Memnu (Yasak Aşk) romanındaki kadın karakterler, özellikle Bihter, annesi ve Nihal tutkularıyla, yaşamlarını değiştirme istekleriyle güçlü ve etkili karakterlerdir. Bihter’in yasak aşkı bir başkaldırmadır. Doğal olanla kurulu düzenin çatışmasıdır. Bu öylesine bir çatışmadır ki, günümüzde de hâlâ romanlarda varlığını sürdürmektedir.
Halide Edip’in Handan’ı, Yakup Kadri’nin Kiralık Konak’ındaki Seniha’sı, Reşat Nuri Güntekin’in ele avuca sığmaz Çalıkuşu Feride’si okurların belleğine kazınmış kişilerdir. Halide Edip’in Handan dışındaki pek çok kadın karakteri, özellikle Ateşten Gömlek’teki Ayşe, Sinekli Bakkal’daki Rabia güçlü, erkekleri yönetebilen, sözü geçer kişiler olarak yazarın birer gölgesi gibidirler. Bu arada halk söylenceleri içinden geçip Yaşar Kemal'in usta anlatımıyla canlandırdığı bilge yaşlı kadın Meryemce'yi de anmam gerekiyor. Orhan Kemal'in köyden kente göç eden emekçi kesimin toplumsal çelişkilerini anlattığı canlı roman kahramanları, kitap sayfalarında olduğu kadar, hayatın diyalektiğinde de yaşamalarını sürdürmekteler. El Kızı’ndaki gelin ve kayınvalide tiplemeleri toplumun hiç de yabancısı olmadığı bir sorunsalın yansımaları gibidirler.

Bir yazar, roman karakterlerine, ne kadar çok ruhsal derinlik kazandırırsa, onlar da o kadar çok unutulmazlığa erişmekteler. Çünkü roman kişilerinde insana ait bütün evrensel duygular, yaşantılar içselleşmiş durumdadır. Roman gerçekliğinin her şeyden önce bir kurmaca olduğunu da unutmamak gerekir. Özellikle klasikleşmiş romanlar, kaynağını insan ve toplum gerçeklerinden aldıkları, bu kaynaklardan beslendikleri için, gerçeğin izdüşümünü içlerinde tüm somutluğuyla taşır. Bir üst gerçeklik olarak roman, temeldeki tarihsel, toplumsal ve







psikolojik gerçeklerin yansımalarını içinde barındırır. Toplumu, tarihi ve olayları kurmaca dünyasında, olabilirlikler bağlamında anlatırken, bir yandan da gerçekler dünyasına göndermeler yapar. Dolayısıyla, gerçekler dünyasından yola çıkan roman sanatı, gerçeğin izdüşümlerini aktarırken, karakterlerini de yaşayan insanların benzerleriyle oluşturur. Roman
kişileri gerçek yaşamdaki kişilerin aynısı olmamakla birlikte, bir ya da birkaç karakterin bir potada dönüştürüme uğratılmasıyla ve yazarın onlara düşsel boyutlar kazandırmasıyla yaratılırlar. Gerçeği bire bir yansıtmayan, gerçeğe metaforik anlamlar yükleyen ve okuru şaşırtan romanlarda da kişiler önemlidir. Milan Kundera, kuramsal yapıtı Perde'de şöyle yazıyor: “Bir kahramanın canlı, güçlü kuvvetli, sanatsal açıdan başarılı olması için onun hakkında her türlü bilgiyi sıralamak gerekli değildir; onun da sizin ve benim kadar gerçek olduğuna inandırmak gereksizdir; güçlü ve unutulmaz olması için, romancının onun için yarattığı duruma ilişkin alanı tamamıyla doldurması yeterlidir.”

Unutamadığım kadın kahramanlar arasında “Rüzgâr Gibi Geçti” romanının karakteri Scarlett O’Hara da var. Yakınlarının pek çoğunun ölümüne tanık olan ve sahip olduğu her şeyi yitiren bu güçlü kadın, yaşama bağlılık ve umudunu hiç tüketmemesiyle, yaşamı yeniden üretmesiyle edebiyat ve sinema tarihindeki yerini çoktan aldı bence. Bir de sosyalist devrim aşamasındaki bir toplumun sancılarını yüreğinde duyumsayan güçlü bir kadın olarak Gorki’nin “Ana” karakteri de unutulmayanların başında yer alıyor.

Bir de aykırı bir örnek vermek istiyorum. Kadınların ayrıntılar konusundaki titizliğini, merakını, ilgisini, olayları dikkatli yorumlama gücünü temsil eden; gözünden hiçbir şeyi kaçırmayan Miss Marphle, bütün polisiye romanların kraliçe karakteri değil midir?

Bazen de yazar kendi iç dünyasını, içinde kopan fırtınaları kendi yarattığı roman karakterine yükler. Onun ağzından, onun bakış açısından anlatır kendi iç gerçeklerini. Bazı yazarlar da vardır ki tamamen kendilerini dile getirirler romanlarında; ruhlarındakileri açmazları, topluma uyamamaktaki sıkıntılarını, tabuların ve dar sınırların cenderesindeki boğuntularını içtenlikle, bütün çıplaklığıyla anlatırlar. Ülkemiz yazını açısından, Tezer Özlü, bu cesur yazarların en başında gelir bence.
1963 yılında henüz 30 yaşındayken intihar eden Sylvia Plath'ın Türkçe'ye çevrilen eserleri arasında bulunan “Sırça Fanus” adlı romanı, birçok kişi tarafından ilk Amerikan feminist romanı olarak değerlendiriliyor. Sylvia Plath, günlüklerinde de bütün kırılma ve içsel çelişkilerini dile getiren içtenlikli bir yazar. O da hem yaşamıyla hem de yarattığı karakterleriyle içimde ayrı bir yer edinmiş durumda.
Karakter yaratmak kolay değildir ve roman yazarlığının püf noktası karakter yaratmadaki ustalıkta gizlidir. Leyla Erbil de, toplumun sorunlarını, toplumun erkek egemen niteliğini ve kadınlara uygulanan görünür ve görünmez baskıları daha çok “ruh hastası” gibi görünen bunalımlı karakterlerinin ağzından aktararak, bizleri düşünmeye ve yorumlamaya çağırır. Dili de bu “hasta” karakterlerin zihninden geçirerek değiştirir ve kendine özgü bir roman dili yaratır. Son kitaplarından Cüce’deki Zenîme, bu bağlamda gerçekten son derece farklı, sıra dışı bir roman kişisidir.

Günümüzde yazılan romanlarda karakterin ağırlığının biraz azaldığını; buna karşın özgün ve değişik kurgu tekniklerinin denendiğini gözlemlemekteyim. Günümüz romanı, algılamaları sürekli parçalanan, gerçeği bir bütün halinde görmeyi başaramayan ve sanal dünyada giderek daha fazla tutsak kalan çağımız insanının naifliğini duyumsatırcasına, merkezine insan gerçeğini almaktan giderek uzaklaşmaktadır; öyle ki metnin kendisi, roman karakterlerinden daha fazla öne çıkmaktadır. Sanki roman metni başlı başına bir karakter olmuştur. Bu, elbette tartışılması ve değerlendirilmesi gereken önemli bir olgudur.





Latife Tekin’in son romanı Muinar, zamansız, mekânsız, kurgusuz yapısıyla ve aslında romanın tek karakteri olan yazarın kendisiyle, iyice hafifletilmiş, anlatının bütün yüklerinden kurtarılmış yapısıyla dikkatimi çeken yapıtlar arasında.

Roman kişilerinin silikleşmesi sorunsalını irdelemek için, dünyada ve ülkemizdeki toplumsal, ekonomik, kültürel değişim ve dönüşümlere eğilmek, günümüz insanının bireyleşirken yalnızlığa, parçalanmışlığa ve sanallığa sürüklenmesindeki temel etmenlerin neler olduklarını çözümlemek gerekmektedir. Bu arada kadın kahramanlar da bu olguya paralel olarak gitgide silikleşmekte, gücünü yitirmektedir. Üstelik dünyada feminist hareketler giderek gücünü artırırken… Sonuçta, unutulmaz roman kişileri bizim zihinlerimizde yaşamaya devam etmektedir; ancak yeni ve güçlü roman karakterinin yaratılmasının artık çok güç olduğu bir çağa doğru mu gitmekteyiz? Bence bunun yanıtı, en güçlü ve yanılmaz eleştirmen olan “zaman”ın bilgeliğinde gizlidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder